9 Eylül 2015 Çarşamba

Kayıp Ülkenin Mülteci Halkı: Sümer (Mezopotomya'nın Kaderi: Bitmeyen Sürgün)



Kayıp Ülkenin Mülteci Halkı: Sümer (Mezopotomya'nın Kaderi: Bitmeyen Sürgün)

20. Yüzyıl siyaseti dendiğinde; savaşlar nedeniyle ülkelerinden kaçıp başka topraklara sığınan milyonlarca mülteci, siyasi haritaların yeniden düzenlenişi, uluslararası savaşlar ve nükleer silahların kullanımı, iki büyük dünya savaşı, devasa bir politik ve ideolojik sistemin dağılışı, imparatorlukların yerine ulus milletlerin doğuşu akla gelir…
M.Ö. 20. Yüzyılda da durum bundan pek farklı değildi. Mezopotamya metinlerinde mülteci anlamında kullanan sözcük “Munnabtutu” idi yani yıkımdan kaçanlar. Bunu kendi deneyimimiz ışığında ”yerlerinden edilen kişiler” şeklinde de tercüme etmek mümkündür.
Sümer Medeniyetinin M.Ö. 2023 te görünmez bir güç tarafından yıkılışıyla halkından geriye kalanlar dört bir yana dağıldı. Sümerli doktorlar ve gökbilimciler, mimarlar ve heykeltraşlar, mühür kesiciler ve kâtipler başka ülkelerde öğretmenler oldular. Sümer Medeniyetinin tarihteki birçok “ilk” e sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Maalesef “İlk Büyük Sürgün” de Sümerlere aitti.

Peki, Sümer’den arda kalan ve sürgüne zorlanan Sümer insanları ne kadar uzaklara gidebilmişti? Bunu yabancı ülkelerde birbiri ardınca gelişen yabancı kültürlere bakarak görmek mümkündür. Bunlar; yazısı çivi yazısı olan, dillerinde özellikle bilim dalında sayısız Sümerce “ödünç kelime” bulunan, tanrıları yerel isimleriyle anılsalar da panteonları Sümer panteonu, “mitleri” Sümer “miti”, kahramanlık hikâyeleri Sümer kahramanlarının hikâyeleri gibi olan kültürlerdir.

Sümer halkından geriye kalan Sümer’in kayıp insanlarını sonraki iki-üç yüzyıl içinde kurulmuş yeni ulus devletlerin bulunduğu yerlerde görebiliriz. Marduk ve Nabu’nun takipçileri olan Batılıların (Amurrular), Babil’in kuzeyindeki Asur’un, Anadolu’daki Hitit’in, batı da Hurrilerin Mitanni’sinin, Kafkaslardan başlayıp Babil’in kuzeydoğusuna yayılan Hint-Ari krallıklarının, güneydeki çöl halkının, güneydoğudaki deniz halkının ortaya çıkışlarında Sümer’in izlerini görmek mümkündür. Bunu Asur, Hitit, Elam, Babil’in son kayıtlarından ve bunların başka ülkelerle yaptıkları antlaşmalardan biliyoruz.

Anunnaki boyutunda ise Marduk’un liderliğinin tescillenmesiyle Marduk Babil Esagil’de On iki büyük tanrı için kutsal bir mahalle yaptı ve onları davet etti. Ancak oğlu dışında buna hiçbir anunnaki itibar etmedi. Mezopotamya da yenilen ve de çok kızgın olan bu anunnakilerin dünyanın dört bir yanına dağıldıklarını kültürlerin dinsel panteonlarında görebiliyoruz. Bu anunnakiler yeni ve eski-yeni ulusların ulusal tanrıları haline geldiler.

Sümerli mülteciler işte böylelikle Mezopotamya’yı çevreleyen tüm ülkelerde himaye gördüler ve onlara ev sahipliği yapan ülkelerin modern ve gelişen devletlere dönüşmesinde katalizör hizmeti gördüler. Bazıları daha da uzak ülkelere dek gitmiş, oralara ya kendi başlarına ya da büyük olasılıkla bizzat yerinden edilmiş tanrılarının(anunnakilerin) eşliğinde göç etmiş olmalıydılar.
Doğuda Asya’nın sınırsız toprakları uzanmaktaydı. Arilerin göç dalgası çok tartışılmıştır. Kökeni Hazar Denizinin güneybatısında bir yerler olan bu halk bir zamanlar İnanna’nın üçüncü bölgesi olan yere, orayı tekrar oturulur hale getirip canlandırmak üzere İndüs Vadisi’ne göç etmişlerdi. Zaman ve onun ölçülmesi, devreler gibi kavramları Sümer kökenliydi. Ari göçüne Sümerli mültecilerin karışmış oldukları makul bir varsayımdır. Çünkü Sümerliler Uzakdoğu’ya ulaşmak için o yönde ilerlemek zorundaydı.

Peki, Sümer mültecileri Çin’e kadar gitmiş olabilirler miydi? Bazı bilginlere göre M.Ö. 2000 de bazılarına göre ise M.Ö. 1800’de Çin’de “gizem dolu ani bir değişim” gerçekleşmişti. Öncesinde aşamalı bir gelişim olmaksızın ilkel köylerden oluşan ülke; hükümdarlarının bronz silahlara, atlı arabalara ve yazı bilgisine sahip oldukları duvarlarla çevrili şehirlerden oluşan bir ülkeye dönüşmüştü. Sümer’in yıkılışından kısa zaman sonra Çin’de gizem dolu bir anilikle yeni uygarlıklar doğmuştu.

Bilginlerce çok net olmamakla birlikte yazının Shang Hanedanı tarafından Krallık ile birlikte başlandığı düşünülmektedir. Bu yazı tek heceliydi ve yazılışı resmi andıran karakterler içermekteydi. Aşina olduğumuz Çince karakterler bundan yola çıkılarak bir tür çivi yazısına dönüşmüştür. Bunlar Sümer yazısının belirleyici özellikleriydi. Çin ve Sümer yazıtları arasındaki benzerlikler ve bu iki yazı arasındaki ilişki birçok bilimsel tezin konusu olmuştur. Özellikle Sümerce resim yazısı ile Çin yazısının eski biçimleri arasındaki şaşırtıcı benzerlik kesin bir şekilde kanıtlanmıştır.

Japon imparatorlarının Güneş tanrısının ve tanrıçasının oğlu olduğuna ilişkin Şintoizm inançları; ulusal bayraklarındaki kırmızı dairede yaşattıkları güneş tanrıçası Amaterasu’nun, Sümer Güneş Tanrısı Samash’ın eşi olduğunu varsaydığımızda anlam kazanır. Marduk’un zaferinden sonra mağlup klandan olan Utu/Samash’ın Baalbek’ten ayrılıp takipçileriyle Japonya’ya kadar gitmiş olduğu pekâlâ olabilir.

Dilbilimsel ve diğer kanıtları yine takip edecek olursak Sümer mültecilerinin bazılarının Kafkasları kullanarak bazıları da Anadolu’yu kullanarak batıya, Avrupa’ya geçtiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu önerme Gürcistan halkının dilinin Sümerce ile yakınlık göstermesini açıklayabilir. Bu rotadan Finlandiya’ya kadar gittiklerini Fin dilinin Sümerce dışında hiçbir dile benzemeyişini söylediğimizde tahmin etmek güç değildir. Anadolu’dan gidenlerin ise Macaristan’a gittiklerini yine Macar dili ile Sümer dili arasındaki benzerlikleri söyleyerek iddia edebiliriz. Bugün Macarlar arasında var olan, kendi dillerinin Sümerce dışında başka hiçbir kökeni olamayacağına dair kalıcı ve derin inançları belki de inançtan ötesidir.

Sümerli mültecilerin bu yoldan ilerlediklerine dair kanıtlardan en belirgini ise Romanya’nın Dacia kentinde yer alan bir tarihi eserde bulmak mümkündür. Tuna Nehri’nin Karadeniz ile birleştiği noktada Sarmizegetusa denilen bölge de yer alan, araştırmacıların “takvim tapınakları” dedikleri yapıdır. Karadeniz kıyısındaki Stonehenge de denilen bu bir dizi yapı öncelikle Sümer’in altmışlık matematik sistemi olmak üzere Sümer’in birçok özelliğini barındırmaktadır. Bu yapının matematiksel mükemmelliği bize anunnakilerden biri olan THOT/HERMES/OUETZALCOATL’ın oraya uğradığını göstermektedir.

Son olarak Türklere bakalım. Akkad kralı Naram-Sin’in Sümer’in yıkılışından önce M.Ö. 2200 lerde Anadolu’ya yapmış olduğu seferleri anlatan Şartamhari Metinleri’nde Naram-Sin’in savaştığı 17 kral anlatılırken bunların birinin Türk Kralı İlşu-Nail olduğu yazılmaktadır. Türklerin bu bölgeye yakınlığını gösteren bu metne ve bulunan diğer metinlere bakarak Sümerli mültecilerin Türklerin içine de girdiklerini söyleyebiliriz. Tabi ki sadece bunu söylemek yeterli değildir o yüzden Türk mitolojisindeki Sümer unsurlarına bakmak gerekecektir. Türklerin büyük tanrısı Kayra Han, iki oğlu Ülgen ve Erlik; Sümer’den çok iyi bildiğimiz Anu, Enlil ve Enki’nin ta kendisidir. Yine Sümerliler tabletlerde yaptıkları tüm güzel işlerin göklerden gelen kartalların içindeki anunnakiler tarafından kendilerine verildiğini söylemektedir. Türklerde de kartal çok önemli bir simgedir ve Yakut Türkleri kendilerinin Kartal Ana’dan doğduğunu söylemektedir. Yine Türeyiş Destanında yukarıdan inen bir ışık ile Türk soyunun başladığı yazılmaktadır. Sümer’in yıkılışından çok az bir süre sonra aniden Türklerin de Maden Çağına girmeleri pekâlâ Sümerli mülteciler sayesinde olabilir…
Sümer Medeniyeti henüz dünyada yeni tanınırken Atatürk’ün ilk meclis konuşmasında Nuh’un çocuklarından Yafes’in torunları olduğumuzu söylemesi ve hemen akabinde Sümerbank’ı kurması tesadüften fazlasını içeriyor olabilir.

Her ne olursa olsun Sümer Medeniyeti M.Ö. 2023 te bir nükleer buluta kurban gitmişti ve bu büyük uygarlık büyük bir yıkım yaşamıştı. Bu yıkımdan kaçanlar mülteci konumuna düşmüşler ve gittikleri yerlere medeniyeti götürmüşlerdi. Aradan 4000 yıl geçmesine rağmen Sümer’in izlerini her yanda görmek mümkündür. Acı olan ise Sümerlilerin 4000 yıl önce mülteci oldukları bu topraklar, hiçbir halka huzur vermemiş ve bölgeye yerleşenleri hep mülteci olmaya zorlamıştır. Günümüzde de bu durum değişmemiştir. Gelecekte de değişmeyecektir…

Gök Türk

Kaynaklar:
Zaman Başlarken, Zecharia Sitchin
China, William Watson
Çince ve Sümerce, C. J . Ball
Türklerin Tarihi, Prof. Dr. Umay Türkeş
Sümerce-Macarca Sorunu, Laszlö Papp, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1012/12287.pdf
Türk Mitolojisinde İyilik Tanrısı Ülgen’in İnanıştaki Yeri, Tasviri ve Kökeni Ramazan Volkan Çoban “Simitçay Dergisi (S. 3, Şubat 2012, Balıkesir)
Türk Mitolojisinde Kötülük Tanrısı Erlik’in İnanıştaki Yeri, Tasviri ve Kökeni Ramazan Volkan Çoban “Simitçay Dergisi (S. 3, Şubat 2012, Balıkesir)
İnternet Siteleri…

3 yorum:

  1. Sümerlerin kökeni konusunda size farklı bir bakış açısı getireyim: Türkler, Bulgarlar, Macarlar, Finler, Estonya, Letonya, İsveçliler, Japonlar, Kuzey ve Güney Amerika yerlileri gibi agglunatif dil kullanmakta olan Sümerlerde bir Türk verniği olduğunu dil bilimciler kabul etmekte, ancak Sümerlerin geldiği nokta konusunda dil bilim ile örtüşebilmesi açısından Kafkasya'ya bağlamaktadırlar. Sümerlerin Mezopotamya'ya giriş yaptıkları yer Basra Körfezi'dir. Çünkü Sümerler, batan kıtadaki tufandan kurtulan bir uygarlığın son temsilcilerindendir. Son temsilcilerindendir diyorum, çünkü aynı tufandan kurtulup da Doğu Asya'da, Japonya'da, Hindistan (Harappa), Meksika ve Peru'da kurtulan gruplar da bu temsilcilerdendi. Kıtanın batma şekli meteor, nükleer ya da başka bir enerji patlaması mı, yoksa dünyanın 26,000 yılda bir gerçekleştirdiği hareket olan presesyon mu buna net açıklama getirmek zor. Ama elimizdeki tarihi kaynaklar ve arkeolojik veriler, Sümerlerin Mezopotamya'ya ayak bastıkları zaman, astronomi, matematik,geometri,maden işleme,12 aylık takvim, tekerlek, yazı, tarım, bent, baraj, sulama kanalları, kazma, saban, çömlekçi çarkı, pişirilmiş çamur gibi o güne kadar Mezopotamya'da kullanılmayan teknik bilgilere sahip olduklarını göstermektedir. Bu teknik bilgiler ve Sümerlerin en önemli destanı Gılgamış Destanı'nın konusunun tufan olması, onların batan bir kıtadan geldiği fikrini güçlendirmektedir.

    YanıtlaSil
  2. (Önceki yorumdan devam)
    Batan kıta ise Japonya açıklarındaki Yonaguni adası ile, Peru'nun 2700 km batısında bulunan Rapa Nui adası arasında olmalıdır. Yonaguni açıklarındaki batık kent, batan kıtadan bir bölüm olmalıdır. Buna göre Rapa Nui adası da, kıtanın heykel atölyesi durumundadır. Semud ve Ad kavimleri, sadece Kur'an-i Kerim' de geçiyor olsa da, arkeolojik kaynaklar, dünya üzerinde yaşayan antik medeniyetlerin, afetler sonucu yok olduklarından söz eden kanıtlarla doludur. Örneğin, M.Ö. 640-560 yılları arasında yaşamış olan antik çağ yedi bilgelerinden sayılan Solon, Sokrates’e batık kıta Atlantis'ten söz etmiştir. Atlantis ile ilgili söz konusu bu diyaloglar, yalnızca Platon' un Timaios ve Kritias metinlerinde Sokrates’in anlatımlarında bulunmaktadır. Atlantis bir efsane mi, yoksa Solon ya da Sokrates’in bir uydurması mıdır, kanıtlayamayız ama Japonya' nın Okinawa adası yakınlarındaki Yonaguni adası açıklarında 1985 yılında bulunan batık şehir, geçmiş bin yıllarda batmış ve muhtemelen günümüz teknolojisinden çok daha ileri seviyede bir medeniyet olduğunu bize açıkça göstermektedir. Meksika' da Theotihuacan Palenk tapınağının duvarına kazılmış bir yazıtta Mu adasının batışı ise şöyle anlatılmaktadır: "6 Kaan yılı Zak ayı II Maluk günü başlayan korkunç yer sarsıntısı, 13 Şuen'e kadar devam etti. Mu kıtası felakete kurban gitti.Mu ülkesi iki kere kalktıktan sonra bir gece çöktü, üstünü sular kapladı. Toprak birkaç defa havaya kalktı ve oturdu. Felaket, 64 Milyon insanın ölümüne sebep oldu."
    Mısır piramitleri, bugünkü Çin sınırları içerisindeki Türk piramitleri, Maya, Aztek kültürleri, Nazca çizgileri gibi bilimin açıklayamadığı soruların cevabını, tufandan önceki medeniyetlerde aramak, kolaycılık gibi görünse de, teknoloji yönünden gelişmiş eski medeniyetlerin varlığını kabul etmek, ne arkeolojiye ne de semavi kitaplardaki helak edilen kavimlerin varlığına aykırı düşmemektedir. Örneğin Mısır piramitleri civarındaki Sfenks’in çevresindeki izler, kum ve rüzgar izinden çok, suyun aşındırıcı etkisine maruz kaldığı izlenimi vermektedir. Bu nedenle Sfenksin yaşının on bin yıldan fazla olarak hesaplamalara dahil etmek, sadece nasıl yapıldığına değil, mitolojik efsanelere de açıklık getirecektir. M.Ö. 484-M.Ö. 425’te yaşamış olan Herodot, Mısır ile ilgili tuttuğu kayıtlarda piramitler ve sfenksten daha görkemli bir yapıdan bahseder. Bir kısmı toprak altında bulunan ve 3000 odadan oluşan muazzam bir labirenttir bu yapı. Herodot eğer yalan söylemiyorsa, bu labirentin bugün halen kumun altında gömülü olduğunu düşünmek hayalcilik sayılmaz. Atlantis’in batışını, bir gece içinde adanın sulara gömüldüğünü ve adanın batarken oluşturduğu sığ bataklıklar yüzünden denizin o dönemde bile geçilemez, dolaşılamaz bir halde olduğunu Platon, Timaios diyaloglarında bahseder. Bu bataklıklar ise günümüzde kurumuş halde ise, Mısır’daki labirentin kumun altında gömülü kaldığını düşünmek mantığa aykırı gelmemektedir. Antik mitolojideki Minotaurus’un kapatıldığı labirentin şöhretinin, içinden çıkılmasının imkansız olması, ister istemez Herodot’un gezi notları ile mitolojinin arasında bağlantı olup olamayacağı sorusunu akla getirmektedir.
    Homeros Destanlarının, Sümer mitolojisinden etkilendiği konusunda bir çok araştırmacı hem fikirdir. Bu mitolojilerde geçmekte olan olay, kişi ve yaratıkların gerçek olduğu düşünüldüğünde ise, geçmişte, şimdikinden çok daha ileri bir teknolojiye sahip uygarlıklar yaşamış olduğu sonucu ortaya çıkar ki, yıllar geçtikçe bu inancım köreleceği yerde, üzerine bilgi eklendikçe daha da güçlenmektedir.

    YanıtlaSil
  3. Ülgen-Erlik; Enk-Enlil;Zeus-Poseidon

    YanıtlaSil