26 Eylül 2015 Cumartesi

Kadim Şehirler: Truva / Çanakkale



Bundan 3500 yıl evvel burada buyuk bir savaş yaşandı. Anunnakiler ve insanlar topyekûn bir savaşın içinde yer aldılar. Zeus yani Enlil karşıda görülen Kaz Dağlarına indirdi gemisini, Apollon yani Ninurta Bozcaada tarafından geldi uçan siyah kuşuyla, Athena yani Ninsun Aşil'e yardım etti. Afrodit yani İnanna Hektor'u koruyamadı. Hera yani Ninlil gemisiyle gece aydınlattı savaş meydanını... Truva ile Sparta savaşırken anunnakiler kah kızıştırdı, kah müdahale etti... Sonunda Ninsun'un verdiği at fikri ile Truva yıkıldı ama savaşta kazanan olmadı. Anunnakilerin popülasyonu dengede tutma düşüncesinden ibaretti herşey...

Aradan yaklaşık 1000 yıl geçti ve M.O. 335 yılında Büyük İskender tamda su an oturduğum yerde oturdu... Aşil'in hemen karşıdaki anıtının önünde saygıyla eğildi. Truva Kralı Priam'in mezarına 1000 davar kurban etti. Buradan deniz görülüyordu eskiden ve hayaller kurdu... Sparta gemilerini düşündü... Sonra Mısır için, babası Amon Ra icin çıktığı yola devam etti...Aradan 2350 yıl geçti ve gök türk su an burada...



Kadim Şehirler: Assos / Çanakkale


Athena / Ninsun için yapılmış tapınak... Taslarin kesimindeki mükemmeliyet, insan gücüyle tasinamayacak taşlar... Anunnakiler...












Kadim Şehirler: Sacsayhuaman / Cuzco




Sacsayhuaman / Cuzco
İspanyol fethi döneminden tarihçiler, daha yakın asırlardaki gezginler ve çağdaş araştırmacıların hepsi de aynı sonuca varmışlardır: İnkalar bunu yapmış olamaz, olsa olsa doğa üstü güçlere sahip ataları yapmıştır...

Nasıl yapıldığı bir çok kişinin aklını meşgul etmeye günümüzde de devam etmektedir. Bununla ilgili İspanyol tarihçi Garcilaso de la Vega "Bu üç duvara yerleştirilen taşların sayısı ve boyutu, bunların taş ocaklarında kesildiğine inanmayı imkansizlastirir çünkü kızılderililer bunları çıkartıp biçimlendirmek üzere ne demir ne de çelik sahibidirler. Ayrıca bunların nasıl biraraya getirildikleri de aynı derecede harikuladedir zira kızılderililerin bunları insan gücüyle surukleyebilecekleri ne tekerlekli arabaları, ne öküzleri, ne ipleri, ne de bunları aktarmak için düz yolları vardır. Tam aksine aşılması gereken dik dağlar ve ani meyiller bölgenin özelliğidir." der...


Garcilaso devam eder: "Taşların getirildiği en yakın yer olan Muyna, Cuzco'dan yirmi beş km uzaklıktadır. Bu taşların pek çoğu elli ile yetmişbeş km uzaktan getirilmiştir. Özellikle Saycusa yanı yorgun taş denilen ve yapıya asla ulaşamamış olan bir taş, Yucay Nehrinin ötesinden yetmişbeş km uzaktan getirilmiştir."

Yorgun taş başarısız bir İnka girişimi olarak bilinmektedir. İnkalarin taş ustalarından biri o taşı buldukları yerden Cuzco'ya götürmeyi ve atalarının yarım kalan işini tamamlamayı teklif etmiştir. 20 000 den fazla kızılderili bu taşı büyük kablolarla sürükleyerek yukarı getirmişlerdir. İlerleyişleri oldukça yavaştır çünkü çıktıkları yol inişli çıkışlıdır, tırmanılması ve inilmesi gereken bayırlar vardır. Bu bayırlardan birindeyken düzenli çekmeyi başaramayan taşıyıcıların dikkatsizliği yüzünden taşın ağırlığı onu kontrol eden gücü aşmış ve bayırdan yuvarlanarak üç veya dört bin kadar kızılderiliyi öldürmüştür. Yani İnkalar bu koca taşlardan sadece birini taşıyıp yerine koymayı denemişler ve başarısız olmuşlardı.

Peki bu taşların oraya gelmesi ve amacına uygun kesilip yerleştirilmesi kimin eseridir? Bana göre cevap: Anunnakiler...

9 Eylül 2015 Çarşamba

Tesla ve NASA


NASA 2006'da Satürn yakınlarından bir sinyal aldığını açıklamış hatta bu sinyali dünya ile paylaşmıştı. O sinyalde de üçlü bir mesaj vardı. Aynı mesaj üç kere tekrarlıyordu kendini:


Aslında büyük bir ekipmanla ve de gelişmiş aletlerle alınan bu sinyallerden çok daha önemlisi günümüzden 115 yıl önce Nicola Tesla'nın buna benzer bir açıklaması olduğudur.

Bir gece geç saatlerde istasyona gelen ve kendini tekrarlayan bir sinyal Tesla’nın delilik ile anılmasına yol açmıştır. Gelen sinyallerin dış dünya kaynaklı olduğunu ve orada yaşayan varlıklar ile iletişime geçtiğine inanan Tesla, bu durumu Amerikan Kızılhaç’ına gönderdiği mektupta şu sözler ile açıklamıştır. “Kardeşlerim, başka bir alemden mesajımız var. Şöyle diyor: "Bir, iki,üç."

Tesla'nin mektubu hala saklanmaktadır. Bu mesaj yüzünden kendisine deli denildi. Bilim dünyası önceleri alay etti ve her zamanki dışlama yöntemini seçti. Ancak Tesla öyle süpürülecek bir adam değildi ve sonra bilim adamları ara bir çözüm buldu. Tesla hata yaptı dediler: “Bugün uzaya gönderdiğimiz uydular aracılığıyla aldığımız sinyallerin bir benzerini o gün Tesla’da almıştır. Tesla’nın hatası, aldığı sinyallerin uzaylılardan geldiğine dair inancıdır.”
 
Bana göre Tesla deli değildi, Einstein'e sezgiyle 1 yılda 4 makale yazdıran ve Fizik bilimini en baştan olusturanlar her kimse, Tesla'ya bilgi verenlerden aynıydı bana gore. Sadece yöntem farklıydı..

Gök Türk

Plüton'dan Gelen İlk Bilgiler ve Nibiru/Planet X


Plüton ve Nibiru/Planet X

Güneş’ten 4,8 milyar km uzakta olan gezegenden gelen ilk bilgiler bilim dünyasını şaşkına çevirdi:

1. Güneş’ten bu kadar uzak olmasına rağmen jeolojik olarak nasıl aktif kaldığını, gezegen kabuğunun zaman zaman eriyerek nasıl yüzeyini düzlediğini bilemiyorlar. Oysa onlara göre Ay gibi kraterlerle kaplı olmalıydı.

2. Plüton’daki siyah lekelerin hemen hemen aynı boyda ve düzenli aralıklarda olmasını anlayamıyorlar. Bu şekillere yol açacak bir jeolojik sürecin henüz bilinmediğini kabul ediyorlar.

3. En çok şaşırdıkları ise Dünya’ya oranla muazzam büyüklükte sayılabilecek atmosferini anlayamıyorlar. Evren’in ortalama sıcaklığı -270 derece iken bu atmosfer sayesinde Plüton’un sıcaklığı -229 derece olarak kala biliyor.

Güneş Sistemine ait bir onuncu gezegen olduğunu ve adının Sümer Tabletlerinde yazılı şekliyle Nibiru bilimsel şekliyle Planet X olduğunu iddia eden bizlere göre bu sonuçlar çok anlamlıdır. Şu net bir şekilde görüldü ki gezegenlerin kendi iç dinamikleri bulunmaktadır. Yıllardır buz ve gaz olarak görülen Plüton; bugün iç ısısını koruyan, buz volkanları ve gayzerler barındıran, kendini koruma adına Dünya’dan çok daha büyük atmosfer oluşturan bir gezegen ise artık kimse çıkıp şöyle olmalıydı, böyle olmalıydı dememeli… 

Bugün Uranüs, Neptün ve Plüton yörüngelerinde görülen sapmalar tüm otoritelerce kabul edilmektedir. Sadece bunun nedeni bilinmemektedir. Bizlere göre ise bunun nedeni Planet X dediğimiz onuncu gezegendir. Planet X yani Nibiru çok yakında halka açıklanacak. Ancak gezegen tanımı değiştiği için gezegen denmeyecek. Eliptik yörüngeye sahip ve başka gezegenlerin yörüngesini kesen bir gezegen artık gezegen olarak nitelendirilmiyor. Plüton’da eliptik yörüngesi nedeniyle gezegenlikten çıkarılmıştı. Bu arada bana göre Plüton hala bir gezegendir. Sırf gezegen tanımı değişti diye Plüton’u gezegenlikten çıkaranları ciddiye almıyorum. Bana göre gezegen tanımı Sümer’de çok net yapılmıştı. On gezegen ve asteroit kuşağı (dövülmüş bilezik) Berlin Müzesinde hala sergilenen VA 243 nolu tablete aynen işlenmişti. 

Planet X 3600 yıllık eliptik bir yörüngeye sahip ve de 500 yıldırda Dünya’ya doğru yaklaşmaktadır. Güney semalarından yaklaşan gezegeni izlemek için iki büyük teleskop yapılmıştır. Şili’de ESA’nın Atacama Teleskobu ve Antartika’daki North Pole Teleskobu son sekiz yılda yapılmıştır. Zaten de İnternete düşen Planet X videolarının birçoğu North Pole Teleskobuyla çekilmiş ve basına sızdırılmış resimlerdir. Teşekkürler.

Gök Türk 

Mısırlılar ve Güneş Sistemi


Mısırlılar ve Güneş Sistemi

Sümerliler gibi Mısırlılara göre de Güneş, güneş sistemimizin merkezinde yer almaktaydı ve sistem 12 üyeden oluşmaktaydı(Güneş, Ay ve On Gezegen)
İyi korunmuş ve Tanrıça Nut'a ait olan bir mumya tabutunda bunu rahatlıkla görebiliriz. 


1857'de H.K. Brugsch tarafından Teb'de bir mezarda keşfedilen bu tabut çok ilginç ayrıntılar içermektedir:
Tanrıça Nut tabutun tepesine boyanmış orta panelde gösterilmektedir.(1)

Çevresinde Zodyak'ın on iki takımyıldızı yani burçlar kuşağı yer almaktadır.(2)

Tabutun yanlarında en dip sıralar gecenin ve günün on iki saatini göstermektedir.(3)

Orta konumda, ışıklar saçan Güneş'in küresi görülmektedir.
Gezegenler daha önce den belirlenmiş yörüngelerinde yani Göksel Kayıklarında yol alırken gösterilmektedir.
Güneş'in yanında, Merkür ve Venüs'ü(dişi gezegen) görmekteyiz. Nut'un solundaki panelde Horus'un amblemi ile Dünya'yı, Ay'ı, Mars ve Jüpiter'i Göksel Kayıklarında yol alan Göksel tanrılar olarak görmekteyiz.(4)

Jüpiter'in ötesinde, sağ panelde Saturn, Uranüs, Neptün ve Plüton'u simgeleyen dört göksel tanrı daha vardır ve kayıksızdır.(5)

Mumyalama zamanı, mızrakçının mızrağını Boğa'nın(Boğa Presesyonu) ortasına doğrultmasıyla işaretlenmiştir.(6)

Böylece tüm gezegenleri, modern atronominin daha yeni keşfettiği dış gezegenler de dahil olmak üzere doğru sırada yer almaktadır. (Burgsch'de kendi zamanındaki herkes gibi Plüton'da habersizdir o dönemde.)

Eski çağlardaki gezegensel bilgileri inceleyen bilginler, kadim halkların Dünya'nın çevresinde dönen Güneş ve beş gezegen olduğuna inandıklarını varsaymışlardır. Bu inanç Orta Çağ Avrupa'sına kadar kendini korumuştur onlara göre... (Modern Avrupa bile 500 sene öncesine kadar öğrenememişken kadim halkların bu bilgiye sahip olmasını kabul edemeyen batılı düşüncesi...) Bu bilginlere göre daha fazla sayıda gezegenin resmedilmesi şaşkınlık eseriydi. Oysa şaşkınlıktan ziyade doğruluk vardı. Güneş, sistemin merkezindeydi, Dünya bir gezegendi, Dünya ve Ay'a ve de bugün bildiğimiz sekiz gezegene ek olarak bir büyük gezegen daha vardı(Nibiru). Hepsinin üstünde, kendi kocaman göksel yörüngesi yani göksel kayığıyla büyük bir göksel efendi biçiminde resmedilmişti halen daha keşfedilemeyen bu gezegen.(Uranüs-1781, Neptün-1846, Plüton-1930 da keşfedildi bu arada...)


Sümer kaynaklarına göre bu Göksel Efendi'den yani Nibiru'dan gelen astronotlar dört yüz elli bin yıl önce Dünya gezegenine inmişlerdi.
Kaynaklar:
http://www.astrologicalsociety.us/egyptian-zodiacs/4-1.html
Gökyüzüne Merdiven - Zecharia Sitchin
www.bibliotecapleyades.net
www.ancientegyptonline.co.uk/nut.html

Kayıp Ülkenin Mülteci Halkı: Sümer (Mezopotomya'nın Kaderi: Bitmeyen Sürgün)



Kayıp Ülkenin Mülteci Halkı: Sümer (Mezopotomya'nın Kaderi: Bitmeyen Sürgün)

20. Yüzyıl siyaseti dendiğinde; savaşlar nedeniyle ülkelerinden kaçıp başka topraklara sığınan milyonlarca mülteci, siyasi haritaların yeniden düzenlenişi, uluslararası savaşlar ve nükleer silahların kullanımı, iki büyük dünya savaşı, devasa bir politik ve ideolojik sistemin dağılışı, imparatorlukların yerine ulus milletlerin doğuşu akla gelir…
M.Ö. 20. Yüzyılda da durum bundan pek farklı değildi. Mezopotamya metinlerinde mülteci anlamında kullanan sözcük “Munnabtutu” idi yani yıkımdan kaçanlar. Bunu kendi deneyimimiz ışığında ”yerlerinden edilen kişiler” şeklinde de tercüme etmek mümkündür.
Sümer Medeniyetinin M.Ö. 2023 te görünmez bir güç tarafından yıkılışıyla halkından geriye kalanlar dört bir yana dağıldı. Sümerli doktorlar ve gökbilimciler, mimarlar ve heykeltraşlar, mühür kesiciler ve kâtipler başka ülkelerde öğretmenler oldular. Sümer Medeniyetinin tarihteki birçok “ilk” e sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Maalesef “İlk Büyük Sürgün” de Sümerlere aitti.

Peki, Sümer’den arda kalan ve sürgüne zorlanan Sümer insanları ne kadar uzaklara gidebilmişti? Bunu yabancı ülkelerde birbiri ardınca gelişen yabancı kültürlere bakarak görmek mümkündür. Bunlar; yazısı çivi yazısı olan, dillerinde özellikle bilim dalında sayısız Sümerce “ödünç kelime” bulunan, tanrıları yerel isimleriyle anılsalar da panteonları Sümer panteonu, “mitleri” Sümer “miti”, kahramanlık hikâyeleri Sümer kahramanlarının hikâyeleri gibi olan kültürlerdir.

Sümer halkından geriye kalan Sümer’in kayıp insanlarını sonraki iki-üç yüzyıl içinde kurulmuş yeni ulus devletlerin bulunduğu yerlerde görebiliriz. Marduk ve Nabu’nun takipçileri olan Batılıların (Amurrular), Babil’in kuzeyindeki Asur’un, Anadolu’daki Hitit’in, batı da Hurrilerin Mitanni’sinin, Kafkaslardan başlayıp Babil’in kuzeydoğusuna yayılan Hint-Ari krallıklarının, güneydeki çöl halkının, güneydoğudaki deniz halkının ortaya çıkışlarında Sümer’in izlerini görmek mümkündür. Bunu Asur, Hitit, Elam, Babil’in son kayıtlarından ve bunların başka ülkelerle yaptıkları antlaşmalardan biliyoruz.

Anunnaki boyutunda ise Marduk’un liderliğinin tescillenmesiyle Marduk Babil Esagil’de On iki büyük tanrı için kutsal bir mahalle yaptı ve onları davet etti. Ancak oğlu dışında buna hiçbir anunnaki itibar etmedi. Mezopotamya da yenilen ve de çok kızgın olan bu anunnakilerin dünyanın dört bir yanına dağıldıklarını kültürlerin dinsel panteonlarında görebiliyoruz. Bu anunnakiler yeni ve eski-yeni ulusların ulusal tanrıları haline geldiler.

Sümerli mülteciler işte böylelikle Mezopotamya’yı çevreleyen tüm ülkelerde himaye gördüler ve onlara ev sahipliği yapan ülkelerin modern ve gelişen devletlere dönüşmesinde katalizör hizmeti gördüler. Bazıları daha da uzak ülkelere dek gitmiş, oralara ya kendi başlarına ya da büyük olasılıkla bizzat yerinden edilmiş tanrılarının(anunnakilerin) eşliğinde göç etmiş olmalıydılar.
Doğuda Asya’nın sınırsız toprakları uzanmaktaydı. Arilerin göç dalgası çok tartışılmıştır. Kökeni Hazar Denizinin güneybatısında bir yerler olan bu halk bir zamanlar İnanna’nın üçüncü bölgesi olan yere, orayı tekrar oturulur hale getirip canlandırmak üzere İndüs Vadisi’ne göç etmişlerdi. Zaman ve onun ölçülmesi, devreler gibi kavramları Sümer kökenliydi. Ari göçüne Sümerli mültecilerin karışmış oldukları makul bir varsayımdır. Çünkü Sümerliler Uzakdoğu’ya ulaşmak için o yönde ilerlemek zorundaydı.

Peki, Sümer mültecileri Çin’e kadar gitmiş olabilirler miydi? Bazı bilginlere göre M.Ö. 2000 de bazılarına göre ise M.Ö. 1800’de Çin’de “gizem dolu ani bir değişim” gerçekleşmişti. Öncesinde aşamalı bir gelişim olmaksızın ilkel köylerden oluşan ülke; hükümdarlarının bronz silahlara, atlı arabalara ve yazı bilgisine sahip oldukları duvarlarla çevrili şehirlerden oluşan bir ülkeye dönüşmüştü. Sümer’in yıkılışından kısa zaman sonra Çin’de gizem dolu bir anilikle yeni uygarlıklar doğmuştu.

Bilginlerce çok net olmamakla birlikte yazının Shang Hanedanı tarafından Krallık ile birlikte başlandığı düşünülmektedir. Bu yazı tek heceliydi ve yazılışı resmi andıran karakterler içermekteydi. Aşina olduğumuz Çince karakterler bundan yola çıkılarak bir tür çivi yazısına dönüşmüştür. Bunlar Sümer yazısının belirleyici özellikleriydi. Çin ve Sümer yazıtları arasındaki benzerlikler ve bu iki yazı arasındaki ilişki birçok bilimsel tezin konusu olmuştur. Özellikle Sümerce resim yazısı ile Çin yazısının eski biçimleri arasındaki şaşırtıcı benzerlik kesin bir şekilde kanıtlanmıştır.

Japon imparatorlarının Güneş tanrısının ve tanrıçasının oğlu olduğuna ilişkin Şintoizm inançları; ulusal bayraklarındaki kırmızı dairede yaşattıkları güneş tanrıçası Amaterasu’nun, Sümer Güneş Tanrısı Samash’ın eşi olduğunu varsaydığımızda anlam kazanır. Marduk’un zaferinden sonra mağlup klandan olan Utu/Samash’ın Baalbek’ten ayrılıp takipçileriyle Japonya’ya kadar gitmiş olduğu pekâlâ olabilir.

Dilbilimsel ve diğer kanıtları yine takip edecek olursak Sümer mültecilerinin bazılarının Kafkasları kullanarak bazıları da Anadolu’yu kullanarak batıya, Avrupa’ya geçtiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu önerme Gürcistan halkının dilinin Sümerce ile yakınlık göstermesini açıklayabilir. Bu rotadan Finlandiya’ya kadar gittiklerini Fin dilinin Sümerce dışında hiçbir dile benzemeyişini söylediğimizde tahmin etmek güç değildir. Anadolu’dan gidenlerin ise Macaristan’a gittiklerini yine Macar dili ile Sümer dili arasındaki benzerlikleri söyleyerek iddia edebiliriz. Bugün Macarlar arasında var olan, kendi dillerinin Sümerce dışında başka hiçbir kökeni olamayacağına dair kalıcı ve derin inançları belki de inançtan ötesidir.

Sümerli mültecilerin bu yoldan ilerlediklerine dair kanıtlardan en belirgini ise Romanya’nın Dacia kentinde yer alan bir tarihi eserde bulmak mümkündür. Tuna Nehri’nin Karadeniz ile birleştiği noktada Sarmizegetusa denilen bölge de yer alan, araştırmacıların “takvim tapınakları” dedikleri yapıdır. Karadeniz kıyısındaki Stonehenge de denilen bu bir dizi yapı öncelikle Sümer’in altmışlık matematik sistemi olmak üzere Sümer’in birçok özelliğini barındırmaktadır. Bu yapının matematiksel mükemmelliği bize anunnakilerden biri olan THOT/HERMES/OUETZALCOATL’ın oraya uğradığını göstermektedir.

Son olarak Türklere bakalım. Akkad kralı Naram-Sin’in Sümer’in yıkılışından önce M.Ö. 2200 lerde Anadolu’ya yapmış olduğu seferleri anlatan Şartamhari Metinleri’nde Naram-Sin’in savaştığı 17 kral anlatılırken bunların birinin Türk Kralı İlşu-Nail olduğu yazılmaktadır. Türklerin bu bölgeye yakınlığını gösteren bu metne ve bulunan diğer metinlere bakarak Sümerli mültecilerin Türklerin içine de girdiklerini söyleyebiliriz. Tabi ki sadece bunu söylemek yeterli değildir o yüzden Türk mitolojisindeki Sümer unsurlarına bakmak gerekecektir. Türklerin büyük tanrısı Kayra Han, iki oğlu Ülgen ve Erlik; Sümer’den çok iyi bildiğimiz Anu, Enlil ve Enki’nin ta kendisidir. Yine Sümerliler tabletlerde yaptıkları tüm güzel işlerin göklerden gelen kartalların içindeki anunnakiler tarafından kendilerine verildiğini söylemektedir. Türklerde de kartal çok önemli bir simgedir ve Yakut Türkleri kendilerinin Kartal Ana’dan doğduğunu söylemektedir. Yine Türeyiş Destanında yukarıdan inen bir ışık ile Türk soyunun başladığı yazılmaktadır. Sümer’in yıkılışından çok az bir süre sonra aniden Türklerin de Maden Çağına girmeleri pekâlâ Sümerli mülteciler sayesinde olabilir…
Sümer Medeniyeti henüz dünyada yeni tanınırken Atatürk’ün ilk meclis konuşmasında Nuh’un çocuklarından Yafes’in torunları olduğumuzu söylemesi ve hemen akabinde Sümerbank’ı kurması tesadüften fazlasını içeriyor olabilir.

Her ne olursa olsun Sümer Medeniyeti M.Ö. 2023 te bir nükleer buluta kurban gitmişti ve bu büyük uygarlık büyük bir yıkım yaşamıştı. Bu yıkımdan kaçanlar mülteci konumuna düşmüşler ve gittikleri yerlere medeniyeti götürmüşlerdi. Aradan 4000 yıl geçmesine rağmen Sümer’in izlerini her yanda görmek mümkündür. Acı olan ise Sümerlilerin 4000 yıl önce mülteci oldukları bu topraklar, hiçbir halka huzur vermemiş ve bölgeye yerleşenleri hep mülteci olmaya zorlamıştır. Günümüzde de bu durum değişmemiştir. Gelecekte de değişmeyecektir…

Gök Türk

Kaynaklar:
Zaman Başlarken, Zecharia Sitchin
China, William Watson
Çince ve Sümerce, C. J . Ball
Türklerin Tarihi, Prof. Dr. Umay Türkeş
Sümerce-Macarca Sorunu, Laszlö Papp, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1012/12287.pdf
Türk Mitolojisinde İyilik Tanrısı Ülgen’in İnanıştaki Yeri, Tasviri ve Kökeni Ramazan Volkan Çoban “Simitçay Dergisi (S. 3, Şubat 2012, Balıkesir)
Türk Mitolojisinde Kötülük Tanrısı Erlik’in İnanıştaki Yeri, Tasviri ve Kökeni Ramazan Volkan Çoban “Simitçay Dergisi (S. 3, Şubat 2012, Balıkesir)
İnternet Siteleri…

7 Eylül 2015 Pazartesi

Ortadoğu’nun Kanlı Tarihi ve Beklenen Altın Çağ



Bugünü anlamak için geçmişi bilmeniz gerekir. Carl Sagan

Ortadoğu’nun Kanlı Tarihi ve Beklenen Altın Çağ

1. Bundan 4000 yıl önce Boğa Çağı bitip Koç Çağı başladığında umutla beklenen “Altın Çağ” yerine öğlen vaktinde Mezopotamya kentlerinin üzerine çöken bir karanlık karşılamıştı herkesi. İki yüz yıldan uzun bir süredir tanrıları tanrılarla, ulusları uluslarla savaştıran isyanların ve savaşların sonunda olan işte buydu: Herkes dünya medeniyetinin kurulduğu yerde “geleceği yaklaşık iki bin yıldır şekillendiren” Büyük Sümer Uygarlığının ölümünü izlemekteydi. Sümer halkının büyük bir kısmı bu geçişte yok olmuş, kalanları ise yeryüzünün ilk büyük sürgününde çeşitli yerlere dağılmıştı.

Rahiplik ve krallık kendisine bahşedildiğinden beri insanoğlu kendi yerini ve rolünü hep bilmişti. “Tanrılar” tapınılacak ve hürmet edilecek efendilerdi. Kesin bir hiyerarşi, belirlenmiş törenler ve kutsal günler vardı. Tanrılar sert ama iyilikseverdiler, cezaları da acı ama adildi. Binlerce yıl boyunca tanrılar insanoğlunun esenliğine ve kaderine göz kulak olmuşlardı ancak hep te insanlardan uzak durmuşlardı. Onlara ancak belirli günlerde başrahipler yaklaşabilmiş, krallar onlarla vizyonlar, görümler, rüyalar ve kehanetler aracılığıyla haberleşmişlerdi.

Bugün bile bir “Çağ”ın ne zaman bitip diğerinin ne zaman başladığını kesin olarak söyleyemiyoruz. 25920 yıllık Büyük Presesyon Devresi her biri tam olarak 2160 yıl süren on iki burca bölündüğünden beridir keyfi ama matematik olarak kesin bir hesaplama yapılabilmekteydi. Bu altmışlık sistemin matematiksel temeliydi; ilahi zaman ile göksel zaman arasındaki oran 10:6 oranıydı. Ancak hiçbir insan 2160 yıl boyunca canlı kalamayacağı için bu presesyonun tanrıların iç hesaplaşmaları için kullanıldığı aşikârdı.

Koç Çağıyla birlikte tüm bunlar da yıkılıyordu. Çünkü bizzat tanrılar birbirlerine ters düşmekte, farklı kehanetler bildirip takvimi değiştirmekte, “ilahi” savaşlar, çatışmalar ve katliamlar uğruna giderek insanları birbirlerine düşürmekteydiler. Giderek aklı karışan ve şaşıran insanoğlu artık “benim tanrım-senin tanrın” diyerek konuşmaya, hatta ilahi inanılırlıktan bile şüphe etmeye başlamıştı.

Koç ve onun takipçileri, hem yukarıda göklerde hem de aşağıda yeryüzünde Boğa’yla ve onun takipçileriyle savaşını kazanıyordu. M.Ö. 2200 civarı gökte ve yerde kaderlerin belirlendiği bir zamandı çünkü artık Yeni Çağ yani Koç Çağı, Boğa Çağının yerini alıyordu.

200 yıllık kanlı savaşlar sonunda Koç Çağı’yla Marduk üstünlüğü nihayet ele geçirmişti ancak kurulan YENİ DÜZEN; yeni yasalar ve adetlerden, yeni bir din ve inançlardan oluşuyordu. M.Ö. 2023 te görünmez bir düşman tarafından yıkılan Sümer nedeniyle bilimde gerilemenin başladığı, astronominin yerine astrolojinin geçtiği, hatta kadınlar için yeni ve daha aşağı bir konumu içeren bir çağdı yeni gelen…

Böyle olmak zorunda mıydı? Olayların gidişatını insanlar değil de anunnakiler idare ettiği için mi bu presesyondaki bu değişim böylesine yıkıcı ve acı olmuştu? Yoksa tüm bunlar kader miydi? Yeni bir Zodyak burcuna geçişin gücü ve etkisi; imparatorlukların devrilmesini, dinlerin değişmesini, yasalar, adetler ve toplum düzeninin alt üst olmasını gerektirecek kadar baskın mıydı?


2. Marduk/Amon Ra liderliğinde geçilen Koç Çağı 2160 yıl boyunca diğer tanrıların ve ulusların bunu kabullenmemesi nedeniyle sürekli savaşlarla geçti. Bir gün geldi ve Marduk’un çağı da bitti, Sin/Nannar Çağına hazırlıklar başlandı. Çok tanrılı uluslar ve dinler artık yepyeni bir çağa hazırlanmalıydı: Balık Çağına…

Marduk’un Koç Çağının aksine Sin/Nannar’ın Balık Çağındaki amaç çok tanrılı dinlerin tek tanrıya indirilmesiydi ve bunun için kanlı bir süreç bekliyordu yine herkesi. Bu kez sadece Mezopotamya kentlerinin yıkımı yeterli gelmeyecekti çünkü insan sayısı hem artmış hem de bir çok bölgeye dağılmıştı. Sin / Nannar zaten son 2000 yıldır bunun hazırlıklarını yapıyordu ve son 500 yıl özellikle kanlı savaşlar her yere yayılmıştı. Pers Ordularının tüm bölgeyi Tanrı Ahura Mazda’ya ait zoroastorian dinine sokma girişimleri, Büyük İskender’in bu girişime baş kaldırıp istilası derken artık insanları zorla tek tanrı inancına sokma vakti gelmişti. Bir Altın Çağ beklentisinin bu dönemde de bolca dile getirildiğini dönemin kaynaklarından öğreniyoruz. Bu amaçla da en büyük hizmeti yapan Roma İmparatorluğu oldu ancak insanlık yine çok büyük katliamlar yaşadı. Roma İmparatorluğu Altın Çağı kanla getiriyordu… Mezopotomya tekrar tekrar kan gölüne dönmüştü. Bu da yetmemiş Avrupa ve Asya’da bundan nasibini almıştı. Bir çok yerde bu başarılı olsa da Asya’nın büyük bir kısmında başarısızlık yaşanmıştı. Çok tanrılı dinlerden insanlar vaz geçmemişti.


3. Sin/Nannar liderliğinde ve tek tanrılı dinlerin aralarındaki savaşlarla geçilen 2160 yıllık Balık Çağı da artık son buluyordu. Enki’nin Kova Çağının hazırlıkları başlıyordu. Tüm “Çağ Dönümleri” gibi Kova Çağında da presesyon değişiminden 500 yıl evvel hazırlıklara başlanmıştı. M.S 1700 yılları gelen çağın habercisi olmuştu adeta… Balık Çağının aksine dinler yerini bilim ve teknolojiye bırakacağını hissettirmeye başlamıştı. Buhar gücü, makine gücü, elektrik, telefon derken Kova Çağı’nın Enki’ye yakışır bir şekilde 2160 yıl boyunca bilim ve teknoloji çağı bizi bekliyordu. Beklenen yine bir “Altın Çağ” dı ancak yine Mezopotamya şehirleri tek tek yıkılacaktı… Yetmiyordu bilim ve teknoloji de geri kalmış uygarlıklar dünya popülasyonuna kurban ediliyordu. Yıllardır din savaşları ile korunan popülasyon bu kez Enki’nin eliyle daha adil bir şekilde korunma gayretine girmişti.

Enki’nin Kova Çağı gümbür gümbür geliyordu… Bu çağın diğer adı Bilim ve Teknoloji Çağı olacaktı. 2160 Yıl sonra bir gün Kova Çağı’da bitecekti ve Oğlak Çağı başlayacaktı. Belki bir çok şey değişecekti. Oğlak Çağı; Koç gibi çok tanrılı dinler, balık gibi tek tanrılı dinler ya da kova gibi dinsiz bilim ve teknoloji çağı mı olacaktı ya da bambaşka bir çağ mı olacaktı bilinmez. Ancak bilinen iki kader vardı ki; Beklenen Altın Çağ asla gelmeyecekti ve Mezopotamya şehirleri kaderine uygun olarak yine kan gölüne dönecekti.

Gök Türk

Not: Tanrılardan kasıt Anunnakiler'dir... Anunnakiler dünyaya Nibiru'dan gelmiş ve tanrıcılık oynamış bir uzaylı türüdür...