12 Haziran 2016 Pazar

Tarihin İlk Kadın Amirali Bodrumlu Artemisia



Kadınların toplumdaki yerinin tartışıldığı bugünlerde önceki yazımda Kafkas Kraliçesi Tomris Hatun’u tanıtmıştım. Bugün de tarihin ilk kadın amirali olan ve Salamis Savaşında(M.Ö. 480) büyük bir destan yazan Bodrum Kraliçesi Karialı Artemisia’yı tanıtacağım. Tabi ki yine hikâye tadında sunacağım.

BODRUM’UN KRALİÇESİ KARİALI ARTEMİSİA

Bulunduğu tepeden Bodrum’un tüm güzelliği ayaklarının altındaydı. Güneşin doğuşunun bu kadar güzel yaşandığı mavi ile yeşilin böylesine dans ettiği başka bir yer daha var mı diye düşünürken oğlunun sesini duydu. Arkasına döndüğünde oğlu henüz uyanmıştı ve büyük bir sevgiyle oğlunu bakıcının elinden alarak ona sımsıkı sarıldı. Henüz dört yaşındaki oğlunun hem annesi hem babası olmuştu son üç yıldır; çünkü eşini kaybetmişti. Atinalılardan nefret etmesinin kişisel nedenlerinden biri de buydu. Dönem dönem Atinalılar ya da Spartalılar Bodrum’u yağmalamak için uğrarlardı. İşte böyle zamanların birinde bölgenin tiranı olan eşi bu yağmaya karşı durmuş ama sayıca üstün Atinalılar tüm karşı gelenleri ve içinde de kendi eşini öldürmüşlerdi. Yağmadan dağa kaçarak kurtulanlardan birisi de Artemisia’ydı ve geri döndüğünde eşinin öldüğünü öğrenince büyük bir yas tutmuştu. Sonra da Karia krallığının yönetimi ona kaldığı için kraliçe olarak enkazı toplama işine girişmişti. Bodrum ve Muğla dışında adalardan Kos, Nisyros, Kalydnos halkları da kendisine bağlıydı.



O günden sonra acısını bir kenara gömüp hayatı boyunca yas tutmak yerine kalbinin en derinlerine kadar intikam duygusuyla dolmuştu. Pers İmparatorluğunun Atina ve Sparta üzerine bir sefer yaptığını duyunca da adalara haber salmış ve eli silah tutan tüm erkekleri Bodrum’a çağırmıştı. Aklında tek bir şey vardı Perslilerle birlikte Atina’yı yakıp yıkmak, eşinin ve Bodrumluların öcünü almak.

Oğlunu biraz sevdikten sonra kahvaltı için bakıcısına geri verdi ve Kos adasından gelen triremin kaptanıyla birlikte tekrar manzarayı izlemeye başladı. O sırada kaptan Atremisia’ya dönerek “Kraliçem siz isterseniz evinize gidip oğlunuzla ilgilenin hem de biraz dinlenirsiniz, gemiler geldiğinde ben siz haber ederim.” dedi. Artemisia ise önce cevap vermedi bir süre sonra da kaptana dönerek içindekini kustu: “O gemileri ayakta bekleyeceğim. Oğlumun babasız büyüyecek olması, yüzlerce kadının dul kalması, sürekli talan edilen ürünlerimiz, ayaklar altına alınan onurumuz sürekli aklımdayken Atina’nın yangın yeri olduğunu gözlerimle görmeden dinlenmeyeceğim.”



Bir süre sonra gözcülerin “Gemiler görüldü!” diye bağırmasıyla bu sohbet yarıda kaldı. Kos’tan gelen trirem dışında Nisyros ve Kalydnos Adalarından da birer trirem geldi. Bodrum’da da Artemisia’nın özel yapım iki triremiyle birlikte toplamda beş trirem içindeki kürekçiler dışındaki yüz savaşçısıyla birlikte yola koyuldu.

ARTEMİSİA DONANMAYA KATILMAK İÇİN EGE’DEN EDİRNE’YE GİDİYOR

Anne tarafından Giritli baba tarafından Bodrumlu olan Artemisia deniz yolculuklarına alışıktı ve şimdi de en önde giden trireminin en uç noktasında denizi ve çevreyi seyrediyordu. Yolculuğunu sırasında aklında sadece oğlu vardı. Oğlunu emin ellere bıraktığından içi bu konuda rahattı ama onu çok özlüyordu.

Emrindeki beş savaş gemisiyle İzmir, Çanakkale derken Ege Denizinden kuzeye doğru yaptığı yolculuğun sonuna geldiğini; sağda Edirne solda Semadirek Adası flu şekilde görülmeye başlayınca anladı. Az sonra Enez Burnu’nu geçip Doriskos’a ulaştığında ise gördüğü manzara karşısında adeta büyülendi. Her milletten her çeşit binlerce gemi karşısında duruyordu. Bu gemiler milletlerine göre sıra sıra dizilmişlerdi ve aralarından geçerken bayraklarından tanıdığı gemiler arasında en şaşalı gördükleri Sidonluların gemileri olmuştu. Ondan sonra da kendi gemileri geliyordu. Kendi trireminin önüne yaptırdığı İsis/Artemis heykeliyle diğer gemiler arasından hemen seçiliyordu.



Persler, Medler, Asurlular, Tacikler, Hintliler, Ariler, Hazarlılar, Mısırlılar, Araplar, Etiyopyalılar, Libyalılar, Trakyalılar, Frigyalılar, Lidyalılar, İyonyalılar, Kıbrıslılar, Adanalılar, Fenikeliler, Karadenizliler, Anadolulular ve onlarca milletten milyonlarca asker oradaydı. Ortalık ana baba günüydü ve Artemisia beş gemisini uygun bir yere bırakıp Pers Kralı Serhas’ı selamlamak adına Doriskos Kalesine gitti. Hem kıyafetlerindeki zerafet hem de tek kadın komutan olması nedeniyle geçtiği her yerde askerler ona ilgiyle bakıyordu. Askerler bu güzel kraliçeyi ve arkasındaki on iki kişilik özel giyimli askerini konuşuyordu.

Kaleye geldiğinde kapıdaki nöbetçilere kendini tanıttı. Nöbetçilerde sadece onun içeriye girebileceğini arkasındaki on iki kişilik grubu daha ileri götüremeyeceğini söylediler. Silahlarını da oraya bırakan bu amazon kadını Kral Serhas’ın bulunduğu salona girdiğinde tüm gözler tekrar ona döndü. Kral da bu amazon kadınının kim olduğunu merak etti ve salondakilerden yolu açmasını istedi. Artemisia bir amazon gibi giyinmiş olmasına rağmen zarif adımlarıyla kalabalığın arasından geçip kralın karşısında diz çöktü ve kendini tanıttı. Sonra da beş triremiyle savaşa geldiğini, Atina’nın yakılıp yıkılışını görmeden Bodrum’a dönmeyeceğini ekledi. Kral ona teşekkür ederek diğer komutanların ziyafet çektiği avluya davet etti. Avluya girdiğinde onlarca komutan bir masada yemek yiyip şarap içiyorlardı. Asker “Karia Kraliçesi Bodrumlu Artemisia” diye adını ilan edince kalabalık sus pus oldu ve herkes bu güzel kadını izlemeye başladı. Artemisia tek kadın komutan olduğu için bu bakışlara alışmıştı. Rahat tavırlarıyla gitti ve masaya kendisi için konan sandalyeye oturdu. Masanın başında Kral Serhas’tan sonra Perslerdeki en önemli kişi Mardonios oturuyordu.

Mardonios konuğuna hoş geldin dedikten sonra bu masanın savaş konseyi olduğunu, kararların burada alındığını ama son kararları hep Kral Serhas’ın verdiğini anlattı. Sonrada henüz sayımı yapılan ordunun bilgilerini verdi. Söylediğine göre üç binden fazla gemi toplamda beş milyondan fazla insanla Atina seferi yapılıyordu. Masada bazı komutanlar ve donanma komutanları Artemisia’dan rahatsız olmuşlardı ve bakışlarıyla bunu belli ediyorlardı. En baştaki neden onun bir kadın olmasıydı. Erkeklerin arasında tek bir kadının ne işi vardı? Kral neden onu savaş konseyine seçmişti?

İkinci neden sadece beş gemiyle gelen bir tiran nasıl bu konseyde oturuyordu? Diğer komutanlar onbinlerce asker yüzlerce gemiyle gelmişti.



ATİNA YANARKEN DENİZ SAVAŞI İÇİN TEK İTİRAZ ARTEMİSİA’DAN

Trakya’dan Atina’ya kadar olan bu yürüyüş çeşitli kara ve deniz savaşlarıyla devam etti ve sonunda ordu Atina’ya girdi. Sonra da Persliler tüm şehri yakıp yıktı. Artemisia, Atina’nın yanmasını izlemek için gemisinden ayrılmış ve bir tepeye gitmişti. İçindeki tüm nefreti bu şehrin kül olmasıyla aktı gitti. Bu manzarayı izledikten sonra gemisine döndü ve kutlamalara katıldı askerleriyle birlikte.

Atina’nın yıkılışının akabinde Serhas kalkıp donanmayı görmeye geldi; donanmayla bağlantı kurmak ve denizcilerin görüşlerini almak istiyordu. Şeref makamına oturduktan sonra, gemileriyle birlikte gelmiş olan çeşitli ulusların tiranlarıyla deniz komutanlarını çağırttı. Sonra, Mardonios’un aracılığı ile her birine sordurdu, deniz savaşına girmeli miyiz diye.

Mardonios, Sidon’dan başlamak üzere her kaptana sırayla sordu; hepsi de aynı şeyi söylediler, savaştan yana çıktılar; bir tek Artemisia onların görüşüne katılmadı: “Benim tarafımdan krala şunu söyle Mardonios,” dedi; ” Gemilerini sakın, denizde savaşa girme; buranın denizcileri senin denizcilerinden üstündür. Denizde savaşa girmenin gereği nedir? Atina’nın, bu seferin baş nedeni olan yerin efendisi değil misin? Ve Yunanistan’ın geri kalan yerlerinin efendisi değil misin? Artık kimse senin önüne geçemez; yolunu kesmek isteyenler süpürülecekleri kadar süpürüldüler. Eğer gözü kapalı bir deniz savaşına atılmazsan, buraya gelirken ulaşmayı düşündüğün bütün amaçlarının gerçekleştiğini göreceksin. Yunanlılar senin karşında uzun süre dayanamazlar; onları dağılmaya zorlayacaksın ve her biri kendi sitesine kaçıp gidecek. Zira aldığım habere göre bu adada yiyecek yoktur. Buna karşılık hemen bir deniz savaşına atılırsan, denizde uğranılacak bir yenilgi, korkarım ki kara ordusunun da başını yer.”

Artemisia, Mardonios’a bunları söylerken, kendisini sevenler üzülüyorlardı, deniz savaşını istemiyor diye üzerine kralın öfkesini çekebileceğini düşünüyorlardı; tersine, onu sevmeyenler ve müttefikler arasında özellikle ayrıcalı tutulduğu için çekemeyenler, bu sözlerle kendi sonunu hazırlıyor diye seviniyorlardı. Ama ileri sürülen görüşler Serhas’a iletildiği zaman, en çok Artemisia’nın görüşünü beğendi ve zaten büyük bir insan olarak tuttuğu bu kadın, daha sıcak övgülerini kazandı ancak onun değil çoğunluğun sözünü dinledi.



YUNANLAR ARTEMİSİA’NIN BAŞINA ÖDÜL KOYUYOR

Bir kadın amiralin kendilerine karşı savaşmasından rahatsız olan Yunanlar savaşın başında Artemisia’yı canlı yakalayıp getirene on bin drahmi ödül verileceğini duyurdular. Salamis Savaşı başladığında ise Artemisia’nın görüleri doğrulanmaya başladı. Onun sözünü dinlemeyen ve deniz savaşında ısrar eden komutanların gemileri birer birer batıyordu. Bununla birlikte suya düşen askerler de boğuluyorlardı; çünkü Persliler yüzme bilmiyorlardı. Pers donanması ağır bir yenilgi alırken sadece Artemisia’nın beş triremi destan yazıyordu. Yüksek manevra kabiliyeti ve Artemisia’nın liderliğiyle bu beş trirem otuza yakın gemi batırmıştı. Savaşın tam ortasında Yunanlılar kendilerine büyük zarar veren bu gemiyi hedef gösterdiler ve bir Atina gemisi Artemisia’nın trireminin peşine düştü. Artemisia kaçamıyordu bir türlü; çünkü önünde öbür müttefiklerin gemileri vardı ve de kendi gemisi düşmana en yakın olanıydı. O anda aklına bir çare geldi bu zeki kadının. Peşinde Atina gemisi olduğu halde, kendi müttefiklerinden birisinin gemisine bindirdi, bu gemide Kalynda gemicileri vardı ve Kalynda kralı Damasithymos’un kendisi komuta ediyordu.

Artemisia’nın Pers gemilerinden birini batırdığını gören Atina gemisi, Artemisia’nın triremini Yunan triremi sandı ya da barbarları bırakıp Yunan saflarına geçtiğini düşündü; peşini bıraktı, öbür düşmanlara saldırdı. Artemisia kendi tarafında yer alan bir gemiyi batırarak gemisini kurtarmıştı.

Bu sırada savaşı izleyen Kral Serhas’ta bu olayı gördü ve yanındakilere bu geminin kime ait olduğunu sordu. Çevresinde bulunanlardan birisi o aralık kendisine şunları söyledi: “Efendimiz, görüyor musunuz, Artemisia nasıl yiğitçe dövüşüyor? Bak işte düşman gemisini batırdı.” Serhas bu geminin gerçekten Artemisia’nın gemisi olup olmadığını sordu ve yanındakiler, “Onundur” dediler; çünkü gemisindeki heykeli tanıyorlardı; batan gemiyi de düşman gemisi sanıyorlardı. Ve Artemisia’nın asıl şansı da batan gemiden bir tek kişi kurtulamamıştı ki, çıkıp da kendisini suçlayabilsin. Bu başarı üzerine, Serhas şu sözleri söyler: “Erkekler bugün kadın gibi, kadınlar da erkek gibi davrandılar.” Artemisia pratik zekası ve savaşçı ruhuyla hem gemisini kurtarmış hem de kralın gözünde biraz daha büyümüştü. Ağır yenilgiden sonra, kurtarılabilen Pers gemileri Phaleron’da buluştular.



KRAL SERHAS SADECE ARTEMİSİA’DAN FİKİR ALIYOR

Kral Serhas hemen Persleri toplayıp bir savaş meclisi kurdu, başa gelenleri baştan en doğru olarak görmüş olduğunu düşünerek, Artemisia’yı da çağırttı. Artemisia geldiği zaman Serhas herkesi, bütün Pers danışmanlarını ve korumacılarını dışarı çıkarttırdı ve ona şunları söyledi: “Mardonios, ordudan üç yüz bin seçme asker alayım, Yunanistan’ı burnundan yakalayıp sana teslim edeyim diyor. Böyle olursa, ben askerin geri kalanını alıp yurduma döneceğim. Sen ki, beni deniz savaşından vazgeçirmek için o kadar akıllı sözler söyledin, şimdi de bana yol göster: Hangisi daha iyi? Beni amacıma hangi yol ulaştırır?”

Ne düşündüğü sorulan Artemisia şu cevabı verdi: “Büyük Kral, şüphesiz zor bir iş için çözüm isteyen kişiye en iyi çareyi önermek kolay değildir; bununla birlikte içinde bulunduğumuz duruma göre, ben şu fikirdeyim ki, senin buradan gitmen uygun olur. Mardonios’u seçeceği birliklerle burada bırak, mademki bunu kendisi de istiyor, kalsın. Diyelim ki dediğini yaptı, bu ulusları egemenlik altına aldı, hayalleri gerçekleşti, o zaman, bu işi gene sen görmüş olacaksın, çünkü bu işi yapanlar senin kölelerindir. Buna karşılık Mardonios’un ümitleri gerçekleşmez ve işler tersine dönerse, bu da büyük bir felaket sayılmaz, çünkü sen ve senin hanedanına bağlı olan çıkarlar zarar görmeyecektir. Ama bir Mardonios’un başına bir terslik gelmiş olsa bile ne çıkar? Onu yenen Yunanlılar yenmiş sayılmazlar, çünkü yendikleri sadece senin bir kölendir; sana gelince, sen Atina’yı yaktın, açtığın seferin amacı gerçekleşti ve bunu başarmış, öyle gitmiş oluyorsun.”

Serhas bu görüşü beğendi ve Artemisia’yı göklere çıkardı. Bilgeliğine ve savaşçılığına çok güvendiği için de ona çok önemli bir görev daha verdi. Sefer için yanında getirdiği küçük çocuklarını kendi gemileriyle ve yanına vereceği Pers bölüğüyle birlikte birlikte ondan Efes’e götürmesini istedi. Kral kara ordusuyla beraber oraya gidene kadar da Artemisia, Serhas’ın çocuklarını koruyacaktı.

VE SON

Bugünkü yazımızı da burada bitiriyoruz ve Anadolu’nun günümüzden 2500 yıl önce yaşamış bu iki kadınını saygıyla anıyorum. Ek olarak Heredot’un verdiği bilgilerden biraz farklı olsa da Artemisia’yı konu alan ve kullandığım görselleri de aldığım 300: Rise of an Empire (300: Bir İmparatorluğun Yükselişi) filmini izleyebilirsiniz.

Fragman:




Gök Türk

Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.

9 Haziran 2016 Perşembe

Sfenks Hakkındaki Tüm Sırlar Aralandı… (sechaber)


Mısır’ın Büyük Sfenks’i, bedeni çömelmiş bir aslan, başı ise bir kraliyet başlığı takmış bir insandır. Napolyon ve adamları Sfenks’i 18. yüzyılın başında gördüklerinde, anıtın sadece başı ve omuzları çöl kumlarının üstündedir. Bu yüzden, sonraki yüzyıl boyunca Sfenks hep böyle resmedilmiş ve bu şekilde bilinmiştir. Onun devasa ölçülerini (73 m uzunluğunda 19,8 m yüksekliğinde) ve biçimini ve de kadim tarihçilerin yazdıklarını doğrulayan şeyi ortaya çıkartmak için tekrar tekrar yapılan sistematik kazılar gerekmiştir.

Bu, doğal bir kayadan bazı dev eller tarafından yontulmuş tek parçadan oluşan bir heykeldir. 1816-1818 yılları arasında Sfenks’in sadece gövdesinin büyük bir kısmını ve önde uzanan pençelerini değil, ayrıca tam önünde inşa edilmiş tapınakları, mabetleri sunakları ve stelaları gün ışığına çıkaran kişi, İtalyan Mısır bilimci Giovanni Battista Caviglia olmuştur.



Sfenks’in Firavun Kefren zamanında İkinci Piramitle birlikte inşa edildiği varsayılmaktadır.Böylelikle Sfenks’in yapılışı Dördüncü Hanedanlık (MÖ 2723 – 2563) döneminde gerçekleşmiş ve dolayısıyla da Sfenks’in yüzü Firavun Kefren’e aittir gibi bir görüş benimsenmiştir. Bu fikir herhangi bir gerçek temelden yoksundur ancak yine de ders kitaplarında bu şekilde geçer.

Sfenks’le ilgili akla gelmesi muhtemel birkaç soru:

*Sfenks gerçekten 5000 yıllık mıdır yoksa daha eski midir?

*Sfenks’i söylenildiği gibi bir firavun mu yapmıştır?

*Yapmadıysa ne zaman ve kimler tarafından dikilmiştir? Ve ne amaçla?

*Kimin suretini taşımaktadır? Ve niçin oradadır da başka bir yerde değildir?

***Bu soruların cevaplarını merak edenlere bu yazı Seç Haber için yazıldı.


“Sfenks Kaç Yaşında” adıyla yapılan münazara

Amerikan Bilimde İlerleme Birliği Şubat 1992’de Chicago’da düzenlenen toplantısının bir oturumunu “Sfenks Kaç Yaşında?” Sorusunun tartışıldığı münazaraya ayırmıştı. Bir tarafta Sfenks’in yaşının bilinenden çok daha fazla olduğunu savunan Boston Üniversitesinden Jeolog Dr. Robert Schoch ve Houston’lu bir jeofizikçi olan Dr. Thomas Dobecki, diğer tarafta ana akım bilimin temsilcileri olarak Chicago Üniversitesinden Mark Lehner ve Louisville Üniversitesinden K. L. Gauri bulunmaktaydı.

Dr. Schoch, Sfenks ve katmanları üstünde yapılan meteorolojik incelemeyle bu heykelin firavun hanedanlarından çok zaman önce orada bulunan doğal bir kayadan oyulmuş olduğunu gösterdi.Araştırma yöntemleri Dr. Dobecki tarafından toprak yüzeyi altındaki kayaların sismik taramasını; New Yorklu Mısır bilimci Anthony West’in çalışmalarını; Sfenks üzerinde ve çevresinde aşınma ve su yüksekliğini gösteren işaretlerin incelenmesini içermekteydi. Yağış miktarına bağlı aşınma, Dr Schoch’a göre Mısır ikliminin daha nemli olduğu M.Ö. 10000 ile M.Ö. 5000 arasındaki bir dönemi işaret etmekteydi.

Ana akım bilgiyi temsil eden bilim adamları ise bu verileri kabul ediyor ancak koskoca bir Mısır tarihinin, aşınma grafikleri gibi tek bir fenomene dayanarak yıkılmasına karşı çıkıyorlardı.Kanıtların geçersizliğini savunan bu ekibin son savı ise M.Ö. 10000 ile M.Ö. 5000 arasındaki dönemde Sfenks’i yontacak kadar gelişmiş bir uygarlığın olmaması oldu. Dr Lehner son olarak “O çağda insanlar avcı ve toplayıcılardı, şehirler inşa etmediler.” diyerek münazaraya son verdi.

O dönem hararetle tartışılan bu konuyla ilgili Los Angeles Times gazetesine konuşan California Üniversitesinden arkeolog Dr. Carol Redmount konuyu şöyle özetliyordu: “Sfenks bilinen tarihli diğer Mısır anıtlarından çok daha ileri bir teknolojiyle oluşturulmuştur. O bölgenin insanlarının böyle bir yapıyı binlerce yıl daha öncesinde inşa etmek için ne yeterli teknolojisi, ne idareci kurumları ne de iradeleri vardır.”

Kısaca Sfenks’in yaşının çok daha eski olduğunu savunanlara karşı ana akım bilimcilerin savundukları tek görüş o dönem insanlarının bu kadar muhteşem bir eseri yapamayacaklarıydı. Bizlere göre iki görüş de doğrudur. Burada eksik olan şey ise yeni bir değişkendir. Yazının sonunda vereceğimiz bu değişkenden önce Sfenks ile ilgili başka bir kanıta bakalım:

Envanterler Stelasına…


Tarihi değiştirecek buluş; Envanterler Stelası

Auguste Mariette tarafından 1850’lerde Büyük Piramit yakınlarındaki İsis Tapınağı’nın kalıntılarında bulunan bir kireç taşı stelası Sfenks ile ilgilidir.

Bu stela Keops/Khufu’nun, İsis Tapınağı’nın içinde bulduğu tanrı amblemlerinin ve imgelerinin restore ettirişini anmak amacıyla kendi kendini övdüğü bir anıttır. Açılış dizeleri hataya yer bırakmayacak şekilde Khufu’yu kartuşuyla tanımlar:


Şimdi gelelim ilginç olan konuya: Halen Kahire Müzesinde bulunan bu steladaki yazıya göre,Khufu sahneye çıktığında Büyük Piramit çoktan oradadır ve hanımı da, Tanrıça İsis’tir. Yani Büyük Piramit Khufu’ya değil bu tanrıçaya aittir. Dahası, Kefren’e atfedilen ikinci piramit ve Sfenks, çoktan şu anki konumundadır. Yazının devamı, Sfenks’in konumunu doğru biçimde belirler ve bir kısmının yıldırım çarpması yüzünden tahrip olduğunu kayda geçirmiştir; bugün bile görülebilen bir tahribattır bu. Kısaca bu stela, Khufu yani Keops firavun olduğunda Büyük Piramit ve Sfenks’in zaten orada olduğunu söylemektedir.

Yazıttaki her şey bilinen gerçeklerle uyuşmaktadır ve sonradan anılmaya başladığı adıyla“Envanterler Stelası” sahiciliğin tüm işaretlerini taşımaktadır. Ancak koca bir tarihi değiştirmek istemeyen bilim dünyası bu yazıtın sahte olduğunu kabul etmiştir. Bunun nedeni ise on yıl kadar önce Albay Vyse olarak tanınan bir İngiliz’in Piramitlerin adıyla oynaması ve üç büyük piramidi Keops, Kefren ve Menkara’ya atfetmesidir.

Bu sahtekârlık hakkında detaylı bilgi isteyenler aşağıdaki videoyu izleyebilirler:



Buradan Sfenks’in Khufu zamanından daha da eski bir anıt olduğu bilgisi çıkartılabilir.



Sfenks’in altında gizli odalar var mı?

Sfenks’in tüm eski betimlemeleri onu taş bir yapının üstüne çömelmiş halde göstermektedir ve Romalı tarihçi Pliny’in, Sfenks’in “Harmakhis adlı bir hükümdarın mezarını içerdiğini” bildiren yazıları vardır. Bununla Sfenks’in altında ya da içinde kadim hazineler veya büyülü nesneleri içeren gizli odaların olduğuna dair yöresel inançlar da birleşince on dokuzuncu yüzyılda kazılar yapan Auguste Mariette gibi araştırmacılar, Sfenks’in içinde ya da altında gizli bir odanın bulunduğuna dair genel bir kanıyı paylaşmıştır.

Büyük Piramid ile özdeşleşmiş ve görevden ayrıldıktan sonra da Albay Vyse’yi sahtekârlıkla suçlamış olan Caviglia, Sfenks bölgesinde gizli bir oda aramış, bulamayınca da Büyük Piramide yönelmiştir. Vyse ile birlikte çalışan bir diğer kişi olan Perring’te bir girişimde bulunmuş, Sfenks’in arkasında zorla derin bir delik açmıştır.

Şu ana kadar bulunamamış olmasına rağmen en eski yazıtlar, gerçekten de Sfenks’in altında, belki de anıtın pençeleri altında, gizli bir girişten geçerek ulaşılabilen bir değil iki gizli odanın mevcut olduğunu öneriyor gibidir. Dahası, On Sekizinci Hanedanlıktan kalma bir ilahi, Sfenks’in altındaki iki “in”in onun bir iletişim merkezi olarak kullanılmasını sağladığından söz eder!



Sfenks’in yönündeki ilginç ayrıntı

Sfenks, kesinlikle Otuzuncu Paralel boyunca doğuya doğru bakmaktadır. Sfenks’in baktığı bu paralel üzerinde özel olarak bilinen şehirlerden bazıları şunlardır: Mısır’ın Heliopolis şehri, Sümer’in Eridu ve Ur kentleri, Bisutun yazıtlarının yer aldığı Pers şehri Persepolis, İndus Uygarlığının Harappa şehri, Tibet’in kutsal şehri Lhasa ve ABD’nin uzay üssünün bulunduğu Houston şehri.



Peki, Sfenks eğer firavunlara ait değilse kime aittir?

Suretindeki yüz kimindir?

Ne zaman kim tarafından yaptırılmıştır?

Bilim henüz bu soruların cevabını verememiş olsa da kadim astronotlar teorisine inanan bizler için kadim yazılara bakmak yeterli olacaktır.

Sfenks’i “Kutsal Rehber” diye adlandıran bir Roma yazıtı şöyle der:

“Senin o müşkül biçimin Ölümsüz Tanrıların eseridir.”

Bir Grek övgü şiiri ise şöyledir:

“Senin o zorlu biçimin

İşte Ölümsüz Tanrılarca biçimlenmiş…

Seni Piramitlere komşu olasın diye koymuşlar…

Düşmanlara meydan okuyan göksel bir hükümdar…

Mısır Diyarının Kutsal Rehberi.”

Envanter Stelası’nda ise Khufu, Sfenks’ten “Ebediyetin Bekçisi bakışıyla Rüzgarlara kılavuzluk eden,” diye bahseder. Bu, açıkça yazdığına göre, bir tanrının suretidir:

“Tanrının bu şekli ebediyete dek var olacak; Yüzü hep Doğu’ya dönük olacak.”

Bu ve benzeri yazılardan anlaşılacağı üzere Sfenks konusundaki bilinmeyen değişken “Tanrılar” olarak belirtilen ama bizce bu günlerde keşfedilmeyi bekleyen güneş sisteminin en dış gezegeni Planet X’ten gelen uzaylı atalarımızdır. Yani Sümer’deki adıyla “Anunnakiler”dir. Bu “değişken” bir gün kabul edildiğinde yukarıdaki soruların hepsi cevaplanmış olacaktır.

Son olarak Amon Ra: Uzaylı Bir Prensin Yaşam Öyküsükitabımdan alıntı yaparak konuyu bağlayayım:



“Anu, piramitleri “Ekur” olarak adlandırdı. Enki, Thot’u onurlandırmak için piramitlerin yanı başına, yönü 30. paralel boyunca doğuya bakan, yüzü Thot’a benzeyen bir aslan sfenksi dikmeyi önerdi. Böylece, gelecek nesiller, piramitlerin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığını unutmayacaktı. Ninmah, piramitlerden sorumlu kişi olarak görevlendirildi.

Thot kısam zamanda kaya yatağını kesip, içini oyarak, başı Sina Yarımadası’ndaki uzay limanına dönük sfenksi biçimlendirdi. Sonra da kendi suretini aslan sfenksin yüzüne kazıttı. Artık bu sfenksin verdiği mesaj çok açıktı: Piramitler presesyondaki Aslan Çağı’nın başlarında yapılmış olup, yapımından sorumlu kişi, aslanın yüzündeki kişiydi; Thot.

Daha detaylı bilgi isteyenler Mısır Piramitleri ve Gerçekler videolarımı izleyebilir:



Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.

Perslere diz çöktüren Kafkas Kraliçesi Tomris (sechaber)






Tarihte iz bırakmış üç beş imparatorluktan birisidir Pers İmparatorluğu. Heredot’un kitaplarında büyüklüğü detaylıca anlatılan ve okuyucuya “asla yıkılmaz” hissi uyandıran bu imparatorluğun uygarlığa en büyük hizmeti Bisutun Yazıtları olmuştur. Çünkü Pers Kralı tarafından oluşturulan bu yazıtlar sayesinde Kadim Ortadoğu dillerini çözümleyebildik. M.Ö. 539’da Babil’in düşmesinden sonraki iki yüz yıl boyunca dünyanın jandarması görevini üstüne alan Persler, bu süre boyunca Mısır ve Yunanistan’dan Hindistan ve Orta Asya’ya kadarki kısımları boyunduruğu altında tutmuştur. Bu kadar ön bilgiden sonra tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış, Massagetlerin Kraliçesi “Tomris”i tanıtacağım ve bunu kurgu şeklinde yapacağım.

Azeri Kraliçesi Tomris Hatun

Eşini kaybettikten sonra tek uğraşı oğlu Spargapises olmuştu. Ülke meseleleriyle geçen günlerden arta kalan zamanlarını oğlunu bir kral olarak yetiştirmeye adıyordu. Çünkü oğlu henüz gençti ve ülkeyi yönetmeye hazır değildi. Ülkenin en iyi savaş ustaları ona yakın dövüş teknikleri eğitimleri veriyor; danışmanlar ise diplomasiyi öğretiyorlardı. Ancak genç prens en büyük dersleri ülkeyi yönetirken bizzat yanında oturup izlediği annesinden alıyordu. Tomris bunları yaparken bazen de aklına endişeli düşünceler geliyor, böyle zamanlarda keşke normal birisi olsaydım ve oğlumla sakin bir hayat sürseydim diye düşünüyordu. Az sonra aklına töre geldiğinde ise normale dönüyordu. Bir Massaget için töre her şey demekti. Kendisinin halkına karşı büyük sorumlulukları vardı. En önemlileri ise yeni kralı hazırlamak ve bu süreçte ülkeyi yönetmekti. Ama bu temmuz sıcağında kurulmuş çadırında aklında tek bir düşünce vardı: Aras Nehrine doğru gelen devasa Pers Ordusu.





Kendi ordusunun kurmaylarıyla yapılan toplantı sonucunda Perslilere barış teklif etme kararı çıkmıştı. Şimdi ise bir metin yazması ve Büyük Kral Kiros’a yollaması gerekiyordu. Bu metni yazarken en ufak korku ibaresi olmamalıydı. Hem cesur bir metin olmalı hem de barışa razı edici bir tarz kullanmalıydı. Aklında onlarca fikir uçuşuyordu ama bu fikirlerden en öne çıkanı Kiros’un evlilik teklifiydi. Kiros’un bilmem kaçıncı eşi olup ülkesini Kiros’un eline verirse halkını büyük bir kırımdan kurtarabilirdi. Kiros’un Babillilere yaptıkları ortadayken böyle bir fedakârlık yapmalı mıydı? Ancak az sonra bu düşünce uçup gitti çünkü bunun bir hile olduğu besbelliydi. Şu anda savaşarak belki ölmek vardı evet ama diğer türlüsü sadece Kiros’un inisiyatifine kalacaktı. O sırada çadıra genç ve yakışıklı oğlu Spargapises girdi. Oğlunu yanına çağırdı ve önüne geldiğinde dalgalı siyah saçlarından tutarak kafasını göğsüne bastırdı. Bu uzun sarılmadan sıkılmış olan genç az sonra ayağı kalktı ve konuştu: “Ne zaman saldırıyoruz?

Oğlum yiğitsin, güçlüsün, zekisin ama şu gençliğin başına bela… Savaşmak en son tercih olmalı he zaman. Krallığın içinde senin içinde barış en büyük nimettir. Bu atılganlığına yenik düşme. Şimdilik bir barış metni hazırlayıp Kiros’a yollayacağım.

Sonrasında Tomris yazıcıları çağırtarak yazdırmaya başladı:

“Med’ler kralı, bu işlerden vazgeç; bu yaptıkların senin hayrına mıdır, değil midir bilemezsin; bırak diyorum, kendi halklarına hükmet, bizim de kendi halklarımıza hükmetmemize karışma. Ama sanırım yolunu bu öğüde göre çizmek istemeyeceksin; öyle değil mi? Eğer ille de Massaget’lerle boy ölçüşmek istiyorsan, o zaman ırmağın iki yakasını birleştirmek için bu kadar zahmete katlanma; biz ırmaktan üç günlük yola kadar çekileceğiz. Suyu geç ve ülkemize gel; yok eğer bizim gelmemizi istiyorsan, bu dediğimizi sen yap.”

Bir gün sonra Kiros’a yollanan haberci geri döndü ve Massaget Ordugâhındaki kraliçe çadırında Tomris ve devlet yetkililerinin önünde Kiros’un cevabını okumaya başladı:

“Ben yüce bir hedef için Tanrılar katından dünyaya gönderilen Kral Kiros. Hiçbir savaşta yenilmeyen bu kralın önünde durma cüretini göstermek niyetindeysen sen geri çekileceksin. Aras ırmağını ben aşacağım ve sana karşı yürüyeceğim. Bu savaş sizin topraklarınızda olacak çünkü ben asla geri çekilmem…”




Kiros’un Rüyası

Bu cevaptan sonra Pers ordusu Aras’ın öbür yanına geçti ve ordugâh kurdu. O gece Kiros bir rüya gördü. Rüyasında Hystaspes’in büyük oğlu Dareios’un iki omzunda iki kanat gördü. Bu kanatların birinin gölgesi Asya’ya, öbürünün gölgesi Avrupa’ya uzanıyordu. Dareios, o zamanlar genç, en fazla yirmisinde ve henüz savaş çağına girmediği için geride bırakılmıştı.

Uyanınca Hystaspes’i getirtti, baş başa kaldıkları zaman ona şunları söyledi: “Hystsapes, oğullarından biri bana ve devletime karşı bir şeyler çeviriyor. Bunu nasıl haber aldığımı da söyleyeceğim sana. Tanrılar beni koruyorlar ve bana karşı hazırlanan her şeyi önceden haber veriyorlar. Bu gece de uyurken büyük oğlunu gördüm, omuzlarında iki kanat vardı, birinin gölgesi Asya’ya, öbürünün gölgesi Avrupa’ya düşüyordu. Böyle bir rüya gördükten sonra onun bana karşı bir işlere kalkmış olduğundan şüphe edilemez. Şimdi en kısa yoldan geri dön ve durumu öyle idare et ki, ben bu ülkeyi yenip de döndüğüm zaman oğlun huzuruma getirilsin, işin ne olduğu iyice anlaşılsın.” Kiros böyle konuşuyordu, çünkü Dareios’un kendisine karşı bir kötülük hazırladığını sanıyordu.

Kiros, ordususun önüne çapulcu takımını koydu ve asıl vurucu gücü nehire doğru geri çekti. Amacı Massaget’leri bu çapulcu takımıyla o yoracak sonra da asıl vurucu güçle üstlerine yürüyüp işi bitirecekti.




Tomris’in oğlu Spargapises öne atılıyor

Savaş hazırlıkları artık bitmişti ve son hazırlıklar için tüm komutanlar kraliçe çadırında toplanmıştı. Tomris arkadaşları ve komutanlarıyla vedalaştıktan sonra ordunun önüne çıktı ve şanına yaraşır bir konuşma yaptı. Konuşmasında bu hat aşılırsa geride bekleyen annelerin ve kızların uğrayacağı tecavüzleri, erkek çocukların hadım edilip Pers saraylarında köle olacağını bir bir anlattı. Haksızda sayılmazdı. Persliler içinde en yaygın ticaret küçükken iğdiş edilen erkek çocukların yüksek paralarla satılmasıydı. Ele geçirilen topraklardan köleleştirilen insanlarla bu iş bir sektör haline getirilmişti.

Öndeki çapulcu takımı ile savaşacak birlikler ayrılırken Tomris’in hesabında olmayan bir şey oldu. Ordunun tam önünde oğlu birden öne atıldı ve bu birlikleri kendisinin kontrol etmek istediğini söyledi. Oğlu bunu bilerek yapmıştı çünkü herkesin önünde annesi hayır diyemezdi, hele de bir savaş öncesi. Tomris içinden çokça düşünce geçirdi ama bunlardan en belirgini oğlunun hazır olmadığı fikriydi. Yüreği kanayarak mecburen bunu kabul etti.

Massaget ordusunun üçte biri Tomris’in oğlu Spargapises önderliğinde saldırıya geçti ve ordu bu ilk savaştan büyük bir galibiyetle ayrıldı. Ancak sonrasında büyük bir hata yapıldı. Zafer sarhoşluğuyla askerler hazırlanmış şöleni gördüler, rehavete kapılıp sofraların başına çöküp yemeye giriştiler, hata yaptılar.

Bu sırada Tomris galibiyet haberini henüz almıştı ki ordunun şimdi ne yaptığını sordu. Pers şölenindeki yemekleri yiyip şarapları içtiklerini öğrenince çıldırdı ve hemen haber yollayarak oğlunun orduyu geri getirmesini istedi. Haberci atlılar savaş alanına ulaştığında ise artık çok geçti. Yemekler ve şaraplar içilirken Perslerin asıl vurucu gücü üstlerine gelmiş ve çoğunu kılıçtan geçirmiş, kalanları da canlı yakalamışlardı. Bu yakalananların arasında Spargapises’te vardı.

Oğlunun Kiros’un elinde olduğu haberi Tomris’e ulaşınca kraliçe ne yapacağını bilemedi. Oğlu için halkından mı vazgeçmeliydi, halkı için oğlundan mı? Bir liderin yaşayacağı en zor durumla yüzleşti. Bir savaş onu bekliyordu ve bir karar vermesi gerekiyordu. Sonunda yazıcıları çağırdı ve Kiros’a şu mesajı iletti:

“Kana doymayan kanlı katil Kiros, bu başarıyla şişinme; bu zaferi, içtiğiniz zaman sizin de aklınızı başınızdan alan, damarlarınıza indiği ölçüde ağzınıza kötü sözler çıkartan üzüm kazandı. Bu zehirdir diyorum, seni hilebazlıkla oğlumun efendisi yapan; bu güçlerin ölçüştüğü savaş değildir. Bak şimdi sana güzel bir öğüt vereyim, beni dinle, oğlumu bana geri ver, bir şeyler karıştırmadan çık git bu topraklardan, Massaget ordusunun üçte biri üzerinde kazandığın kaba zaferle yetin. Ama eğer bu dediğimi yapmazsan, Massaget’lerin efendisi olan Güneş adına ant içerim ki; KAN DÖKMEYE DOYMAYAN ADAM, SENİ BEN KANLA DOYURACAĞIM.”





Spargapises Kendini öldürüyor ve topyekün savaş başlıyor

Tomris’in oğlu Spargapises sarhoşluktan ayılıp da başına geleni gördüğü zaman, bağlarının çözülmesi için Kiros’a yalvardı. İsteği yerine getirilince de hem yaptığı hata için hem de annesini zor durumda bırakmamak adına hemen kendini öldürdü.

Bu haberi alan Tomris çadırına girdi ve kimsenin içeri girmemesini emretti. İçeride duyduğu acıyla hıçkıra hıçkıra ağlayan kadın bir müddet sonra acıyı içine gömdü ve dışarıya çıkıp ordunun savaş düzeni almasını emretti. En öndeki okçu birliklerinin ok atışlarıyla bu büyük muhabere başladı. Oklar tükenince kargı ve hançerle birbirlerinin üzerine atılıp göğüs göğse vuruşma başladı. Uzun süre aynı yerde çakılı kalan kuvvetlerden, ne biri, ne de öteki bir karış çekilmek istemiyordu. Çocukları, eşleri ve toprakları için savaşan Massagetler sonunda Pers ordusunu geri çekilmeye zorladı. Geriye doğru kaçmaya başlayan Persler Aras Nehrine dayanınca büyük bir kısmı Massaget kılıçlarıyla kalanları da nehirde boğularak can verdi.

Savaş bittiğinde Massagetler büyük bir coşku yaşarken sadece Tomris elinde kan dolu bir tulum ile alanı geziyordu. Tek tek ölülere bakıyordu, aradığı kişi Kiros’tu. Sonunda onu buldu ve kafasını kopararak tulumun içine daldırdı. Sonra her yanı kana bulanan kafayı güneşe doğru kaldırdı ve dedi ki:

“CANIM SAĞ VE SAVAŞTAN ZAFERLE ÇIKTIM AMA SEN BENİ ÖLDÜRDÜN. HİLEYLE OĞLUMU YAKALADIN; AMA İŞTE SEN DE SANA ÖNCEDEN SÖYLEDİĞİM GİBİ, BENİM ELİMLE KANA DOYUYORSUN!”




Geriye doğru yaptığımız yolculuk burada biterken Perslerin ender yenilgilerinden birini tattıran ve bir kralı öldüren Kafkas Kraliçesi Tomris’i saygıyla anıyoruz. Bu arada son not olarak söyleyeyim Kiros’un rüyasında tanrının ona haber verdiği şey, onun bu ülkede öleceği ve tacının Dareios’a geçeceğiydi ki bu sonradan olmuştur.

Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.

Gök Türk

http://www.sechaber.com.tr/perslere-diz-cokturen-kafkas-kralicesi-tomris/