12 Ocak 2012 Perşembe

Atlanis Efsanesi´nde Devrim - Kayıp uygarlığın baş kenti Manisa mı?




Atlanis Efsanesi´nde Devrim - Kayıp uygarlığın baş kenti Manisa mı?

Bugüne kadar batık ve kayıp kıta Atlantis ile ilgili birçok varsayım üretildi; yakın zamana kadar Atlantis´in Atlas Okyanusu´nda Bermuda bölgesinde bulunduğu kabul ediliyordu; daha sonra Ege varsayımı ağırlık kazandı. Biraz da modern Yunan görüşünün etkisiyle, Thera-Santorini Adası´nın Atlantis´in başkenti olduğu öne sürüldü. Çünkü binlerce yıl önce Thera volkanı dünyanın en büyük patlamalarından birisine neden olmuş ve neredeyse tüm Ege´nin jeolojik yapısı değişmiş ve Girit-Minos uygarlığı yok olmuştu. Ama Jack Cousteau´nun Santorini su altı araştırmalarında kesin bir kanıt bulunamadı. Ve şimdi yeni bir varsayım var; İngiliz tarihçi ve araştırmacı Peter James, Atlantis´in Batı Anadolu´da olduğunu ve başkentinin de Manisa yakınındaki Sipil Dağı eteklerinde bulunduğunu iddia ediyor; Acaba öyle mi?
Batık krallık Atlantis, yaklaşık 2.400 yıldan beri bilimcileri şaşırtıcı bir şekilde tahrik ediyor. Bilindiği gibi, Atlantis´den söz eden ilk insan Plato´ydu, "Timaeus ve Critias" adlı eserinde Atlantis´i anlatıyordu. Aklı başında her tarihçi ve arkeolog için bu iki kitap yeni bir yaklaşımın kaynağı olarak kabul edilebilirler. Atlantis´le ilgili öylesine fantastik kuramlar vardır ki, elemek kolay değildir bu yüzden bilimsel yaklaşımların değeri ve önemi büyüktür; elemeden sonra elde kalan akılcı yaklaşımların bir tanesi de Atlantis´in Atlas Okyanusu´nda olmadığı. Girit yakınındaki Santorini Adası´nın Atlantis´in merkezi olduğu varsayımıdır; bu yaklaşım görüldüğü kadarıyla tutarlı ve değerlidir. Eğer kaynaklar dikkatli ve objektif bir bakışla iyice taranırsa, Atlantis mitinin kökeninin açıkça Batı Türkiye´den başladığı anlaşılabilir. Hedefimiz depremlerle harap olarak bir gölün sularının altına batmış, Bronz Çağı kentidir. İngiliz tarih araştırmacısı Peter James "Karanlık Yüzyıllar-Centuries of Darkness-J. Thorpe, N. Kokkinos, R. Morkot ve J. Frankish ile birlikte) bir dedektif dikkatiyle çalışarak, bu tezle ilgili tartışmaları açmış ve geliştirmiştir, yazar bu çalışmasında öncelikle, antik dünyanın tarihlemesini düzenlemek veya yenilemek amacındadır. Yani Atlantis araştırmasında yola çıkmadan önce, kronolojiyi baştan derlememiz gerekmektedir. Atlantis´in kesin yerini bulmak, nasıl ve niçin yok olduğunu öğrenmek ve bir kentin nasıl olup da "Kayıp Kıta"ya dönüştüğünü anlamak araştırmanın temellerini oluşturmaktadır.
Plato, aile masallarını mı dinledi?
Yaklaşık, 2.400 yıl evvel yazılan Plato´nun kayıp bir kıtayla ilgili öyküsü acaba bütünüyle gerçek midir? Bir yapaylık veya fabrikasyon uslüp yok mudur ve bazı tarihi gerçekler bir yalanın ardında kaybolmuş mudur? Plato´ya göre, gerçek Atlantis tanım olarak çok eski zamanlarda varolmuş ve kaybolmuştur. Ama bu iddia, sanki biraz fantastik gibidir, tarih öncesinde yaşamış süper bir uygarlığın, en küçük bir iz bile bırakamadan yokolması kolay kabul edilecek bir yaklaşım değildir. Acaba Plato, bir bilim kurgu öyküsü yazmış olabilir mi? Ya da, Homeros´un "İliada"sı gibi geçmişin söylentilerinden Atlantis´i üretmiş olamaz mı? Atlantis uygarlığının ölçeği, Plato´nun ileri sürdüğü gibi, dev binalar ve zaman konusundaki karmaşadır. yine Plato´ya göre, herşey Eski Mısır öncesindedir; onun kronolojisine göre Atlintis 10.000 yıl evvel batmış ve batışından bir gece önce büyük bir deprem ve ardından tufan oluşmuştur. Plato´nun verdiği bilgi için, önce kendisini incelemek gerekir; Plato, Atina´lı devlet adamı Solon´un soyundandır ve Solon Atlantis´le ilgili bilgileri M.Ö. 565´de Mısır´a yaptığı yolculuk sırasında öğrenmiştir. Yani Solon´dan, Plato´ya gelen bilgiler aile mirasıdır. Plato´nun tümüyle yalan söylediği olası değildir; aile içinde Solon´a çok büyük bir saygının gösterildiği kesindir; bir uydurma ile nesiller boyu yaşanmış olması düşünülemez. Ve tabii ki, Solon, iddiaların büyük bir bölümünden veya ana fikrinden sorumludur. Plato, çağının tarzı ya da eğilimi olarak, geleneksel malzemeyi öyküye katmış olması doğaldır ve bu nedenle de onu suçlayamayız.
Mısırlılar kendilerinin ilk olduğuna inanıyorlardı.
Öte yandan, 1960´larda başlayan Atlantik Atlantis´i ile ilgili coğrafi yanılgı, bazı bilim adamlarını sonradan büyüleyici Bronz Çağı uygarlığı olan Girit´deki Minos´a dönüştürmüştür. Thera yani Santorini volkanının M.Ö. 1.500´deki dev patlaması tartışmalı da olsa, Minos uygarlığının sonunu getirmiştir ve bir Mısır inancı, batıdaki kayıp krallıktan söz etmektedir. Ve adı geçen bilimcilere göre, Atlantis-Minos ilişkisi burada başlar yani Solon Mısır´da Minos´la ilgili söylenceleri duymuştur fakat dikkatli bir analiz yapıldığında, bu kuram da çöker; Plato 10.000 yıl önceki depremlerden ve tufandan söz etmektedir yani Thera o zaman henüz patlamamıştır. Yunanlılar, antik Girit uygarlığından sık sık söz ederler; Minos´la ilgili mitler vardır; Theseus-Minotor ve Labirent miti gibi... Demek ki, Girit´i Mısırlılar´dan öğrenmiş olamazlar ve görünür bir kaynak tanımında da bulunmazlar. 1980´lerde Thera patlamasının tüm Minos uygarlığını yok ettiği savı çok zedelenmiş hatta çökmüştür. Yani Minoslular, patlamadan sonra da varolmuşlardı. Bu da, Atlantis problemine yeni bir yaklaşım getirir. Atlantis´in yeri ile ilgili İngiliz Adaları´ndan başlayıp, Greenland´a, Kartaca´dan Thera´ya uzanan binçok varsayım vardır. Bu nedenle, kuşkucuların bu kadar geniş bir alan içinde kaybolmaları normaldir. Problemin dönüm noktası, Mısır bağlantısıdır. Eski Mısırlılar, yabancılara karşı tutucu ve kapalıydılar. Böylesine detaylı biçimde, kendilerinden çok uzaktaki iki uygarlıkla ilgili bilgilere sahip olmaları düşündürücüdür. Atlantis ve Atina´dan söz ediyoruz. Hatta bu fikri daha öteye götürürsek, Mısırlılar´ın en eski uygarlık olmakla övündüklerini ve bunu her fırsatta gururla söylediklerini görürüz. Kaynaklarda, uygarlıklarının binlerce yıl öncesinden geldikleri belirtilmektedir.
Atlas, Egeli Tantalus mu?
Alternatif olarak, Plato´nun aktardığı Solon´un öyküsünün doğruluğunu varsayalım; ama acaba hata Mısır´da olabilir mi? Yani, bu bilgiyi gerçekten Mısır´dan mı aldı? Solon birçok yere gitmişti, bunların içinde Batı Anadolu yani Lidya Krallığı´da vardı; Kral Krezüs´ün sarayında kalmıştı ve hatta bu ziyaret Ezop´un fabllerinden birisini oluşturur. Öyleyse, Anadolu´ya biraz daha yaklaşalım; Anadolu, sayısız mitin doğuş yeridir; özellikle ünlü Titan (Dev) Atlas miti önemlidir; Atlas, büyük tanrı Zeus tarafından ebediyen dünyayı sırtında taşımaya mahkum edilmiş ve ırkı Tanrılar tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Atlas, Plato´ya göre Atlantis´in ilk kralıdır. Mit iyice incelendiğinde, Atlas ve ailesiyle ilgilidir, aile evinden veya vatanlarından batıya sürgün edilir ve batı Yunanlılar´ın bir devin göğü taşıdığına inandıkları yöndür. Aynı yaklaşım, görsel ve edebi olarak Hitit dönemi Bronz Çağı Anadolu uygarlığında da görülür, daha da doğrusu kaynaklanır yani klas... Yunan´ın Atlas söylevi ile Hititler arasında ciddi bir paralellik açıkça görülür. Anadolu inançları arasında ve özellikle de Lidya´da Atlas´ı bulabiliriz. Klas... yorumcular ve araştırmacılar, uzun zamandır bir başka mitolojik karakteri; Tantalus´u Atlas´ın Lidya versiyonu olarak kabul ederler. Tantalus, Olimpialılar´a yani Tanrılara dargındır, isyan eder ama yenilerek sürekli acı çekmeye mahkum edilir; acı veya eziyet çekmek aynı zamanda da ´tantalise´ sözcüğünü sözcüğü ile ifade edilir. Homer´in anlatımında, Tantalus sonsuzluğa kadar açlık ve susuzlukla cezalandırılmıştır; Anadolu miti genel anlatım olarak Tantalus´un ebediyen başının üstünde bir kaya taşıma cezasına çarptırıldığını söyler. Başka versiyonlarda, Tantalus´un taşıdığı kaya göktür ve Tantalus bir dünya krallığını yönetir; Zeus tarafından günahları nedeniyle şimşekler yollanarak cezalandırılmış ve kenti depremlerle bir gölün dibine batırılmıştır. Kentin adı Tantalis´dir.
Hititler Atlantis´i biliyordu!
Bu karmaşık söylence, kozmolojik bir mitle, yöresel bir mitin sentezidir. Buraya kadar ulaşılan bilgi, Plato´nun iddiasının hatalı olduğunu kanıtlayabilir. Solon öyküsünü Lidya´dan yani Tantalis mitinden derlemiş ve mitin ana elementleri abartılarak Atlantis´e dönüştürülmüş olabilir. Her iki mitte de, efsanevi çok zengin bir uygarlığın doğal bir afetle, batık krallığa dönüştüğü anlatılmaktadır. Eğer Tantalus Atlas ise, öykü yanlış aktarılmış olabilir; Atlantik´deki batık krallık söylencesi, yüzyıllar içersinde mitlerin karakteri olarak Solon´la Plato arasındaki nesiller tarafından tekrarlanırken ortaya çıkmış olabilir. Acaba efsanevi Tantalis nerededir? Klas... yazarlara göre ve özellikle de Pausanias için, kayıp kent Manisa´daki Sipil Dağı yakınındadır yani Ege kıyısına birkaç mil ötededir ve yine klas... yazarlara göre Tantalis-Sipil sadece Lidya´nın başkenti değil, Miken Krallığı´nın ata kentidir. Şimdi M.Ö. 1.400´den kalma Hitit İmparatorluğu arşivlerine bir göz atalım; Hititler bir beladan söz ediyorlar; batıdaki Miken Birliği´nin başına gelen bir beladan... Yer olarak da, "Zippasla´daki Dağ Ülkesi" adı veriliyor; söz edilen yer Lidya ülkesi, dağ ise Sipil olabilir. Parça parça gidersek, Zippasla yönetimi (Bunlara Madduwattas´lar deniyor), batı ve güney Anadolu´daki tüm küçük kentleri ele geçirmişti ve hatta Kıbrıs´daki Hitit otoritesine bile meydan okuyorlardı.
Sipil´e yolculuk...
Eğer Zippasla Krallığı Sipil´deyse, başkent neresiydi? Burada tarih, arkeoloji ve mitoloji bir noktada birleşiyor gibiler; Ege´ye gittiğinizde, efsanevi Tantalis´i bulmak hiç zor değildir. 30 yıl evvel, Sipil Dağı´nın kuzeyindeki küçük bir gölün birkaç km. yakınında kayalara oyulmuş görkemli bir mezar bulundu. Mezara, Pausanias "Kimliksiz ve şerefsiz bir krala" ait diyordu yani Tantalus´a. 150 yıl önce göl daha büyüktü, 19. Yüzyıl bilginleri ve özellikle de Sir James Frazer yörede uzun çalışmalar yaptılar. Frazer, belirli bir yeri özellikle işaretlemişti, eskilerin inancına göre burası su altında batık bir kentin bulunduğu yerdi. Gerçek kent burada olabilir ama daha sağlıklı kanıtlar gerekiyor. Bölgede, antik kervan yollarının geçtiği verimli ovalar vardır, dağların arasından geçen Gediz Irmağı, Lidya´nın ana su kanalıdır. Bir dağın 100 metrelik yamacından Ana Tanrıça´nın baktığını görürsünüz. Pausanias´un iddiasına göre, bu heykelimsi oluşum Tantalus´un oglu tarafından yapılmıştır ve bilimsel olarak Geç Bronz Çağı olarak tarihlendirilmiştir, üzerindeki Hitit hierogliflerinden M.Ö. 13.Yüzyıl´a ait olduğu anlaşılmıştır. Burası, ne olursa olsun bu kanıtla anlaşılır ki, Bronz Çağı´na ait bir yerdir, öyleyse Hititler´in sözünü ettiği batıdaki Zippasla burası olabilir yani Sipil Dağı ya bu teze göre Tantalis... Bütün bunlar yeterli mi? Belki değil veya hiç değil ama bu yaklaşım hiç de mantıksız değildir, çünkü gerek Atlantis-Atlas Okyanusu varsayımı, gerekse de Thera-Ege varsayımı yukarda anlattıklarımızdan daha fazla kanıtlara sahip değildir. Bu yeni varsayımda, Solon-Lidya-Hitit-Tantalis-Sipil-Atlantis zincirini kurduk. Ötekisi, Solon-Mısır-Miken-Thera-Atlantis´dir ya da Solon-Plato-Cebelitarık-Atlantik şeklindeydi özetle James´in yaklaşımı fantastik gibi görünse de araştırmaya değerdir. Keşke bunu biz becerebilsek; Yunanlılar´ın Thera-Santorini teziyle elde ettikleri dev turizm potansiyelini gördükten sonra, neden başaramadığımıza bir kez daha şaşmamak elde değil.
İzmir yöresini tanıyanlar bilirler, dünyanın en riskli deprem bölgelerinin arasındadır. M.S. 17´de dehşet verici bir deprem, hemen tüm Lidya kentlerini yerlebir etti. Bir gün Sipil´de yapılacak olan geniş kapsamlı bir kazı, belki de ortaya su kanallarını ve kayıp kentin ya da krallığın izlerini çıkarabilir. Gelecek ayki sayımızda yazar Colin Wilson´un Atlantis´le ilgili son çalışmasını sizlere sunacağız...
Bilimin penceresinden Lidya´nın başkenti Sard ve Sipil Dağı´ndan denize kadar olan bölge Hititlerin kontrolu altındaydı, buralarda Hitit anıtları bulunmuştur... Etrüsklerin atası Tarkhon veya Tarquinius´un adının Hitit tanrısı Tarhun´dan geldiği anlaşıımaktadır. Bütün bunlarda temel olarak anlaşılmaktadır ama yine birer varsayım olmaktan öteye geçemezler... (İngiliz tarihçi George Thomson, Tarih Öncesi Ege, I. Cilt)
Balıkçı´ya göre Tantalos Efsanesi "İzmir, Yamanlar dağında oturan Zeus´un oğlu Frigyalı tiran Tantalos, bütün tanrılarca sevilir sayılırdı, ölümlüler arasında tanrılarla yemek yiyebilen yalnız oydu. Hatta tanrılar, onun davetlisi olarak sarayına gelirlerdi. Tantalos, Sipil Dağı´nın bir kısmına ve İzmir Karfezi´nin içine hükmederdi. Birgün Tantalos, tanrıları ziyafete çağırdı. Oğlunu kestirerek pişirtmiş ve tanrılara sunmuştu... Tantalos tanrılara kin duyuyordu, noları yamyam durumuna düşürmek kendi oğlunu bile kurban etmeye razıydı. Ama tanrılar, yemeğin ne olduğunu anlayarak iğrendiler ve uzaklaştılar. Tantalos´u cezalandırmaya karar verdiler, bu öyle bir ceza olacaktı ki, cezayı duyacak insanlar artık tanrıları aşağılamaktan korkacaklardı. Tantalos cehenneme gönderildi, susadığı zaman içmek için eğildiğinde, sular toprağa çekiliyordu, meyveleri kopartmak için elini uzattığında, rüzgar dalları göklere üflüyordu, böylece sonsuza kadar aç ve susuz kalmaya mahkum edildi. Gelelim efsanenin kaynağına; Sipil Dağı´nda, arkeolog Texier tarafından yıkılan Tantalos mezarının tepesinde, dev bir fallus (erkek üreme organı) vardı, Tantalos anaerkil bir toplumun çökmek, babaerkil bir toplumun kurulmak üzere olduğu bir zamanda yaşadığı için babaerkil bir dine inananlar tarafından kafir sayılmış ve erkek tanrılar tarafından cezalandırılmıştı. Tantalos´un kızı Niobe´de bir başka efsanenin kahramanıdır. O da, babası gibi tanrılara üstünlük taslayınca 12 çocuğu tanrılar tarafından öldürülür, evlet acısından taş kesilen sonunda taşa dönüşür. Manisa´da bir kaya vardır, rüzgar gözyaşlarını o kayanın üstüne taşır, kayadan su sızar..." (Anadolu Tanrıları-Anadolu Efsaneleri, Halikarnas Balıkçısı, Bilgi Yayınevi.)
FENOMEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder