18 Ekim 2015 Pazar

İlahi Sırların Koruyucusu Thot ve Kayıp Sırlar Kitabı



Thot’un Sümer dilindeki adı olan “Ningişzidda” Ağacın Efendisi / Yaşamın Eseri anlamına gelmektedir. Thot her iki uygarlıkta da kesin bilimlerin ilahi sırların koruyucusudur. Bunlar arasında babası Ptah/Enki’ye de hizmet vermiş olan genetik ve biyotip sırlarda vardır. Güçleri Thot’a bahşedilen gizli bilgiler Mezopotomya sanatında ve tapıncında ifadesini bu tanrının birbirine dolanmış yılanlar sembolüyle betimlenişinde kendini bulmaktadır. Bunun çift sarmallı DNA’yı temsil eden sembol olduğu, tıp ve şifanın amblemi olarak günümüze dek gelmiş bir sembol olduğu zaten bilinmektedir.



Kadim Mısır’dan kalan resimli betimlemeler Ptah / Enki’nin oğlu olan Thot’un bu biyolojik-genetik süreçlerden haberdar olduğunu ve genetikle ilgili becerilerine bunları uyguladığını işaret etmektedir. Abidos’ta bulunan ve Firavun I. Seti’nin Osiris rolünü oynadığı sahneleri içeren bir duvar resmi Thot’u, ölen tanrıya yaşamı(Ankh Sembolü) geri verirken ondan iki ayrı DNA iplikçiği alırken göstermektedir.


Ölüler Kitabı’nda yer alan ve bu olayın ardından Horus’un doğuşunu konu alan bir betimlemede ise Thot’a yardım eden iki doğum tanrıçasının ayrı birer DNA iplikçiği tuttuklarını görürüz. DNA’nın çift sarmalı birbirinden ayrılmıştır, yalnızca bir iplikçik yeni doğan Horus’u tutarken gösterilen İsis’inkiyle birleştirilmiştir.



Mısırlıların “Nefesler Kitabı” dedikleri bir derlemenin Mısır’da ilahi yazıcı olarak hürmet gören Thot tarafından yazıldığı kitabın sonundaki bir ibarede yer almaktadır. “Büyücülerin Hikâyeleri” adlı başka bir Mısır metninde Thot tarafından cezalandırıldıkları için yaşayan ama hareket edemeyen kral ve kraliçenin “Tanrı Thot’un kendi elleriyle yazdığı kitabı” bir yeraltı odasında koruduğu anlatılmaktadır. Bu kitabın içinde güneş sistemini, astronomi ve takvimleri ilgilendiren sırlar açıklanmaktadır. Bu “kutsal yazılarla yazılmış kadim kitapları” arayan kişi yer altı odasına girdiğinde bu kitabın “adeta Güneş oraya vurmuşçasına ışık yaydığı” görecektir.


Aynı konu M.Ö. üçüncü yüzyıla tarihlenen bir mezarda keşfedilmiş bir papirüs(Kahire 30646) üzerinde anlatılan “Satni-Khamois’in Mumyalarla Maceraları” adlı kadim Mısır hikâyesinde de geçmektedir. Bu metin bir büyü, gizem ve macera hikâyesidir; büyülü sayı elli iki, Thot ve takvimin sırları arasında ilişki kurmaktadır. Bir yılın Thot’un en sevdiği sayı olan elli ikiye nasıl bölündüğünü öğretmektedir.

Hikayenin kahramanı Satni, bir firavunun oğludur ve her konuda çok iyi eğitilmiştir. Genç adam o zamanlar başkent olan Memfis’te gezinmeyi adet edinmişti. Tapınak duvarları ve steller üzerindeki yazıları okumakta, eski büyü kitaplarını araştırmaktaydı. Vaktiyle Satni, Mısır üzerinde eşi benzeri olmayan bir büyücü olur. Bir gün gizemli bir adamla karşılaşır ve adam ona Thot’un kendi eliyle yazmış olduğu bir Sırlar Kitabı’nın içinde saklı olduğu bir mezardan söz eder. Sırlar Kitabı’nda dünyanın tüm gizemleri, gökyüzünün sırları, güneşin doğuşları, Ay’ın görünüşleri ve Güneş’in çevresinde dolanan gezegenlerin hareketlerini anlatan ve bunun gibi çok önemli ilahi bilgiler yer almaktadır. Bu mezarı bulmayı kafasına koyan Satni uzun süre devam eden araştırmalarının sonucunu alır. Söz konusu mezar daha eski bir firavunun oğlu olan Nenoferkeptah’a aittir. Satni mezarın yerini aynı yaşlı adama sorar ve öğrenir. Ancak yaşlı adam Satni’yi, Nenoferkeptah’ın mumyalanmış olmasına rağmen ölü olmadığı ve ayağının altına sokulmuş olan Sırlar Kitabı’nı almaya cesaret edeni Thot’un alaşağı edebileceği konusunda uyardı. Buna rağmen Satni yolundan şaşmadı ve mezarı buldu. Mezarın başında bir formül okuyunca bir boşluk açıldı ve Satni bu boşluktan aşağıya indi.

Mezarın içine giren Satni, Nenoferkeptah’ı, eşini ve onların oğullarının mumyasını gördü. Thot’un Sırlar Kitabı gerçekten de Nenoferkeptah’ın ayağının dibindeydi ve “sanki güneş orada parlıyormuşçasına bir ışık yayıyordu.” Satni ona doğru bir adım attığında kadının mumyası konuştu ve onu daha fazla ilerlememesi için uyardı. Satni’ye o kitabı ele geçirmek için Nenoferkeptah’ın yaşadığı maceraları anlattı; Thot’un Sırlar Kitabı en dıştakiler bronz ve demirden yapılma bir dizi başka kutunun içinde olan bir gümüş kutu içindeki bir altın kutuya konmuştu. Yapılan uyarılara kulak asmayıp tüm engellerin üstesinden gelen Nenoferkeptah kitabı bulup ele geçirmiş; o ve ailesi Thot tarafından hemen orada geçici olarak canlılığını kaybetmekle lanetlenmişlerdi. Canlı olmalarına rağmen mumyalanmışlardı ve mumyalanmış olmalarına rağmen görebiliyor, duyabiliyor ve konuşabiliyorlardı. Kadın Satni’ye kitaba dokunursa Thot’un lanetine uğrayacağını söyleyerek uyardı.

Uyarılar ve daha önceki kralın başına gelenler Satni’nin gözünü korkutmadı. Buraya kadar gelmişti ve kitabı ele geçirmeye kararlıydı. Ona doğru bir adım daha attığında bu kez Nenoferkeptah’ın mumyası konuştu. Thot’un gazabına uğramadan kitabı ele geçirmenin bir yolu daha olduğunu anlattı. Bu “Thot’un büyülü sayısı” olan elli iki oyununu oynayıp kazanmaktı. Kadere meydan okuyan Satni bunu kabul etti. İlk eli kaybetti ve kendisinin yarı yarıya toprağa gömülmüş buldu. Sonraki ve sonraki eli kaybettikçe giderek daha çok gömülüyordu. Sonunda kitabı almayı başardı ama sonunda kitabı geri getirmek zorunda kaldı. Kitapla birlikte kaçmayı nasıl başardığı, bunun sonucunda ne belalarla karşılaştığı ve sonunda kitabı saklandığı yere nasıl geri götürdüğüne ilişkin heyecanlı öyküyü merak edenler metnin tamamını okuyabilir.

Thot’un astronomi ve takvimle ilgili sırları elli iki oyununu içermektedir. Yılın yedi günlük elli iki haftaya bölünmesi, Jübileler ve Hanok Kitabındaki yalnızca 364 günden oluşan garip bir yılla sonuçlanması hep Thot ile ilişkilidir.



Orta Amerika’da da durum pek farklı değildir. Mayalar, Aztekler, Toltekler ve Olmekler üç takvime sahiptiler. Bunların ikisi döngüseldi, Güneş’in ve Ay’ın ve Venüs’ün döngülerini ölçmekteydiler. Diğeri ise kronolojikti. Belirli bir başlangıç noktasından “Sıfır Noktası”ndan başlayarak geçen zamanı ölçmekteydi. Bilginler bu uzun sayış takviminin başlangıç noktasının Batı takvimine göre M.Ö. 3113’e denk geldiğini belirlediler ama bu başlangıç noktasının anlamını bilmemektedirler. Bize göre Thot'un Mısır'dan Orta Amerika'ya hicretinin yılıydı bu tarih. Orta Amerika halklarının büyük tanrısı Ouetzalcoatl’ın anlatımı olan tüylü yılan veya kanatlı yılan esasında Mısır’da çok iyi bilinmektedir. Thot gibi Ouetzatcoatl da tapınak inşaatı, sayılar, astronomi ve takvim sırlarını iyi bilen ve öğreten tanrıdır. Orta Amerika’nın diğer iki takvimi de Mısır bağlantısı için ve Ouetzalcoatl’ı Thot olarak teşhis etmek için ipuçları önermektedir. Bu takvimlerin en önemli sayıları olan 13,20 ve 365 sayıları her 18 980 günde bir hariç tekrarlanmazlar ve bu da elli iki yıl anlamına gelmektedir.

Elli iki yıllık bu büyük devre Orta Amerika’nın tüm halkları için kutsaldı ve onlar bunu hem geçmişin hem de geleceğin olaylarına bağlamaktaydılar. Bu sayı bu topraklara doğu denizlerinin öte yakasından gelmiş olan Orta Amerika’nın büyük ilahı Ouetzalcoatl’ın (Tüylü Yılan) gittiğinde elli iki yıllık kutsal döngünün “1 Kamış” yılında geri geleceğine ilişkin and içmesiyle de ilişkilendirilmiştir. Hristiyan takviminde buna denk gelen yıllar M.S. 1363- 1415 – 1467 ve 1519 idi. En sonuncu tarih Ouetzalcoatl gibi açık tenli ve sakallı olan İspanyol Kortez’in tam da Meksika kıyılarında ortaya çıktığı yıldı. Dolayısıyla onun karaya çıkışı Azteklerce “Geri Dönen Tanrı” kehanetinin gerçekleşmesi olarak görülmüştü. Bu nokta da Thot’un Dönüşü başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.


Kısaca bizi okyanusun ötesine, Amerika kıtasına dek götüren ve Stonehenge bilmecesine geri döndüren; insanoğlu tarafından kaydedilmiş ilk Yeni Çağa yol açan ve bunun sonucunda ortaya çıkan olayların üstündeki perdeyi aralayan büyülü sayıdır elli iki.



Sümer’de, Güney Amerika’da, Orta Amerika’da, Britanya Adalarında, Karadeniz kıyılarındaki Dacia’da, İsrail’in Golan Tepelerindeki tüm “taş çemberlerin” amacı sadece ay yılını güneş yılına uydurmak veya Dünya zamanını hesaplamak değil de esasen Göksel Zamanı, Zodyak çağlarını hesaplamak değil miydi?



Amerikalılar nasıl ki Thot’u “Ouetzalcoatl” olarak benimsediler, Yunanlılar da “Hermes” olarak benimsemişler ve ona “üç kez en büyük” anlamına gelen Hermes Trismegistus unvanını vermişlerdi. Belki de onun Boğa, Koç ve Balık olarak bilinen Yeni Çağları gözlemlerken insanoğluna üç kez yol göstermiş olduğunun farkındaydılar. İnsanoğullarının nesilleri için zaman işte o zamanlar Thot’un yardımıyla başlamıştı.

Belki bir gün birisi "Thot’un izniyle" Thot'un Sırlar Kitabına erişir ve de dünyamıza hem elli iki sayısını hem de kitaptaki tüm gizemleri açıklar. Belli mi olur diyorum ve yazımı bitiriyorum.

Not: Israrla Thot'un Kuran'daki İdris ile aynı kişi olduğunu söyleyenler bulunmaktadır. Bu doğru değildir. Thot bir tanrı yani anunnakidir, İdris ise insandır. İdris'in kim olduğunu merak edenler için onu da söyleyeyim: Hanok, Enok, Enoch olarak bilinen peygamberdir...

16 Ekim 2015 Cuma

İnanna - Dumuzi Aşkı ve Bilinmeyen Aşık Enkimdu




Amon Ra yazılırken yüzlerce kadim tableti okudum inceledim. Kadim bilgileri toplayarak ve derleyerek günümüz araştırmacılarının yorumlarıyla yoğurdum. Bu sayede hem Nibirulu bir anunnaki prensi olan Marduk / Amon Ra nın hayatını yazdım hem de dünyanın dört yüz elli bin yıllık tarihine bir kapı araladım. Tabiki de Amon Ra nın içinde tüm bilgileri bulmak mümkün değil. Sonuçta kazılardan çıkarılmış beş yüz bin tablet bulunmakta ve her birine ulaşmak mümkün değil, yine her tabletin içeriğinin yazılması Amon Ra yı çok kalın bir kitap yapardı. İşte okuduğum, öğrendiğim ama Amon Ra da yazmadığım tabletlerden birisi: İnanna Çiftçiyi Yeğler.


İnanna-Dumuzi aşkını ve bu aşkın yüzünden neler yaşandığını zaten kitabımızda anlatmıştık ama kitabın bütünlüğü açısından detaya girmemiştik. İnanna için aslında başka bir talibin olduğu ve Dumuzi'nin psikopat bir şekilde aşkına sahip çıktığını da şimdi anlatayım. İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen ve Kramer tarafından çevirisi yapılmış İnanna Çiftçiyi Yeğler adındaki tablete göre:

İnanna bir eş seçmek üzeredir ama bir türlü kararını verememektedir. İnanna'nın iki talibi vardır: Birisi Enki'nin oğlu Prens Dumuzi, diğeri ise üst rütbeli bir anunnaki olan Enkimdu. Kardeşi Samaş, Dumuzi'yi seçmesi için ısrar eder ama İnanna mantıksal değil duygusal yaklaşır ve diğer talibi Enkimdu'yu seçer. Bunun üzerine Dumuzi, İnanna ile görüşmeye gelir ve neden kendisini seçmediğini öğrenmek ister. Dumuzi bir prenstir ve Afrika'nın orta bölümü ona aittir. O sırada Enkimdu'da duyup gelir ama Dumuzi onu görünce sinirlenir, hatta psikopata bağlar. İnanna sessizliğini korur ve sadece izler. Enkimdu sakin biridir ve kavgacı Dumuzi'yi yatıştırmaya çalışır. Dumuzi bir türlü sakinleşmez ve her yere tehditler yağdırır. Enkimdu'nun karşısında bir prens vardır ve eli kolu bağlıdır.

Hem Samaş'ın baskısı, hem ailesinin verdiği yük(Enki-Enlil Klanları arasında bir köprü olacak bu evlilik denmesi), hem de Dumuzi'nin kendisi için yaptığı onca şey, İnanna'nın fikrini değiştirmez. Ancak baskılara dayanamayan Enkimdu vazgeçince İnanna'da pes eder. Sonunda Dumuzi'ye evet der. Dumuzi'ye verdiği yanıt mantıkla alakalıdır. Bu karardan sonra olanları zaten biliyorsunuz...

4 dakikada 5500 yıl... Sümer'den Günümüze... İzlenmesi Gereken Muhteşem Bir Gösteri...


"Bir UFO savaşı; Kudüs’teki UFO" Yazım Haberlerde...


13 Ekim 2015 Salı

Nikola Tesla ve Gelecek


Nikola Tesla, 1926 da yayınlanan ve geleceği yorumladığı bir röportajda ilerleyen zamanlarda mesafelerin bir önemi kalmadan insanların birbirleriyle iletişimde olacağını söylemiş ve bu sözlerine şu şekilde devam etmiştir: "Sadece bu da değil, televizyon ve telefonun ötesinde kilometrelerce uzaklıkta dahi birbirimizi mükemmel bir şekilde göreceğiz ve duyacağız. Ayrıca bu teknoloji bugünün telefonlarına kıyasla çok daha basit olacak, bir adam telefonunu cebinde taşıyabilecek”. Çağın ötesinde yaşamak böyle bir şey...

750 civarında patenti bulunan Tesla, ilk defa elektriğin bir kaynaktan çevreye yayılarak kablosuz ve çok yüksek miktarlarda iletimi söylemiştir. Kağıt üstünde bunu ispatlayan Nikola Tesla daha sonra yaptığı deneylerle de bunu göstermiştir. Kendisinin elinde kablosuz yanan bir ampül tutan fotoğrafı bulunmaktadır. Bu projenin patentini aldıktan sonra Nikola Tesla'nın en büyük destekçisi olan J.P. Morgan bu kablosuz enerji iletimi ile şirketinin batacağını anlamış ve finansman desteğini kesmiştir. Eğer destek o gün kesilmeseydi, günümüzde insanlar elektriği ücretsiz bir şekilde kablosuz olarak kullanabilecekti... Bu büyük adamı saygıyla anıyorum...

Uzaylılar Dünyalıları Paranoyak Olarak Görüyorlar!!!


Uzaylılar dünyalıları paranoyak olarak görüyorlar!!!

Uzaylıların kendileri "Tanrı" olmasalar da, onların davranışlarının bir "Tanrı"nın davranışlarıyla hiç bir alakası olmasa da; Kaçırılanlar sürekli bu varlıkların sanki tanrıya daha yakın, onların elçi, koruyucu ruhlar veya melek rolü üstlendiklerini ve bizim ile ilahi kaynak arasında köprü görevi gördüklerini ifade etmektedirler...

Dr John Mack - Passport to the Cosmos (Dr. John Mack, Uzaylılar tarafından kaçırılan veya kendi deyişiyle "deneyimleyenler" ile yaptığı görüşmeler ile bir dünya otoritesi haline gelmiş bir psikiyatrist)

Bu nokta da gelen her şeyi ilahi olarak algılama potansiyelimizi ortaya çıkarttıkları için anunnakilere teşekkürü bir borç biliyorum

Sacsayhuaman / Cuzco ve Anunnakiler



Sacsayhuaman / Cuzco

İspanyol fethi döneminden tarihçiler, daha yakın asırlardaki gezginler ve çağdaş araştırmacıların hepsi de aynı sonuca varmışlardır: İnkalar bunu yapmış olamaz, olsa olsa doğa üstü güçlere sahip ataları yapmıştır...

Nasıl yapıldığı bir çok kişinin aklını meşgul etmeye günümüzde de devam etmektedir. Bununla ilgili İspanyol tarihçi Garcilaso de la Vega "Bu üç duvara yerleştirilen taşların sayısı ve boyutu, bunların taş ocaklarında kesildiğine inanmayı imkansizlastirir çünkü kızılderililer bunları çıkartıp biçimlendirmek üzere ne demir ne de çelik sahibidirler. Ayrıca bunların nasıl biraraya getirildikleri de aynı derecede harikuladedir zira kızılderililerin bunları insan gücüyle surukleyebilecekleri ne tekerlekli arabaları, ne öküzleri, ne ipleri, ne de bunları aktarmak için düz yolları vardır. Tam aksine aşılması gereken dik dağlar ve ani meyiller bölgenin özelliğidir." der...

Garcilaso devam eder: "Taşların getirildiği en yakın yer olan Muyna, Cuzco'dan yirmi beş km uzaklıktadır. Bu taşların pek çoğu elli ile yetmişbeş km uzaktan getirilmiştir. Özellikle Saycusa yanı yorgun taş denilen ve yapıya asla ulaşamamış olan bir taş, Yucay Nehrinin ötesinden yetmişbeş km uzaktan getirilmiştir."

Yorgun taş başarısız bir İnka girişimi olarak bilinmektedir. İnkalarin taş ustalarından biri o taşı buldukları yerden Cuzco'ya götürmeyi ve atalarının yarım kalan işini tamamlamayı teklif etmiştir. 20 000 den fazla kızılderili bu taşı büyük kablolarla sürükleyerek yukarı getirmişlerdir. İlerleyişleri oldukça yavaştır çünkü çıktıkları yol inişli çıkışlıdır, tırmanılması ve inilmesi gereken bayırlar vardır. Bu bayırlardan birindeyken düzenli çekmeyi başaramayan taşıyıcıların dikkatsizliği yüzünden taşın ağırlığı onu kontrol eden gücü aşmış ve bayırdan yuvarlanarak üç veya dört bin kadar kızılderiliyi öldürmüştür. Yani İnkalar bu koca taşlardan sadece birini taşıyıp yerine koymayı denemişler ve başarısız olmuşlardı.

Peki bu taşların oraya gelmesi ve amacına uygun kesilip yerleştirilmesi kimin eseridir? Bana göre cevap: Anunnakiler...

Mars'taki Su ve Amon Ra


Mars ve Phobos Üzerine Önermeler



Kitabımı okuyanlar ya da seminerlerime katılanlar “Dünya’nın Gerçeği” hakkındaki önermelerimin tek tek gerçekleştiğini fark etmişlerdir. Bu gece önermelerimi bir adım sonraya taşımak istiyorum. Henüz konuşulmayan ama ilerleyen zamanlarda çok konuşulacak iddialarım olacak Mars ve asteroidi(uydusu) Phobos üzerine…

Yarım milyon yıl kadar önce uzay yolculuğu yapabilen birilerinin Güneş Sisteminin bu kısmını ziyaret edip kaldığını ve hem Dünya’da hem de Mars’ta ardında anıtlar bıraktığını önermekteydim. Buna dayanak olarak Dünya’daki kadim megalitik yapılar ile Mars’taki megalitik yapıların benzerliğini göstermekteydim. Sümer metinlerinde, kutsal metinlerde ve tüm kadim “mitolojiler” de mevcudiyetlerine dair kanıtlar olan tek varlıklar Nibiru’dan gelen anunnakilerdir. Onların neye benzediğini biliyoruz; bize benziyorlardı çünkü evrimimize müdahale ederek bizi kendilerine benzer hale getirmişlerdi. Şimdi önermelere geçelim:

1. İlk önermem Mars’taki heterojen hava… Bugünlerde Mars’taki akışkan su konuşulmaktadır ama sonraki zamanlarda Mars’ın heterojen havaya sahip olduğu şeklinde bir açıklama da duyacaksınız, şaşırmayın. Kısaca Mars’ta su olduğu gibi havanında (yer yer) olduğunu önermekteyim ancak bunu Dünya’daki gibi her yerde nefes alabileceğimiz şeklinde düşünmeyin. Belirli yerlerde belirli zamanlarda...

2. İkinci önermem Mars’ın şu anda Buz Devrini yaşadığı… Dünya’daki buzul çağlarının üç temel fenomenden kaynaklandığına inanılmaktadır. İlki yörüngenin biçimidir. Dünya yörüngesinin yüz bin yıllık dönemlerde daireselden eliptik bir hale doğru değiştiği sonucuna varılmıştır. İkincisi mevsimlerin oluşmasına neden olan 23,5 derecelik eğikliğin kırk bir bin yıllık sürelerde 21 ile 24 derece arasında değişmesidir. Üçüncüsü ise yaklaşık yirmi altı bir yıllık ekinoksların presesyon fenomenidir.

Mars gezegeni de bu üç döngüye tabidir. Sadece Güneş çevresindeki daha büyük yörüngesi ve daha büyük olan eğim farkı daha şiddetli iklimsel değişikliklere sebep olmaktadır. Bu döngünün Mars’ta elli bin yıl kadar sürdüğüne inanılmaktadır. Bir sonraki Mars ılıman dönemi geldiğinde, gezegen kelimenin tam anlamıyla akan sularla dolacak, mevsimleri bu kadar şiddetli olmayacak, atmosferi ise bu kadar yaban olmayacaktır.

3. Mars’ta eski çağlarda bir uzay üssü bulunmaktaydı. Bundan daha önemlisi ise bu uzay üssünün bugünlerde tekrar aktif olduğuna inanmamıza yetecek kadar kanıtın bulunması.

4. Mars’ı bugünlerde herkes konuşuyor ancak yakında herkes Mars’ın asteroidi yani uydusu(bana göre yapay uydu) PHOBOS konuşulacak. Çünkü Mars terk edilmiş bir üs olabilir ve bugünlerde yeniden aktif hale getiriliyor olabilir. Ancak sadece üs… Phobos ise bir yaşam alanı… Yani oradalar… Daha detaylı bilgi almak isteyenlere kendi hazırlamış olduğum ve kanıtlarla süslediğim Phobos Vakası adlı videoyu izlemelerini öneririm. 03.10.2015 Göktürk Ramu







Kaçırılan Tablette Gılgamış Destanı’nın Bilinmeyen Dizeleri Bulundu...



Gılgamış Destanı'nın yeni ortaya çıkan dizeleri ilk ziyaret yerinin ayrıntılarını içeriyor. Haber için buraya tıklayabilirsiniz. Gılgamış'ın gittiği yer Baalbek'tir... Baalbek o zamanlar bir uzay üssüydü.

Konu hakkında daha detaylı bilgi için "Gılgamış aslında nereye gitti? " yazımı okuyabilir ya da "400 Bin Yıllık Uzay Platformu Baalbek" konumuza bakabilirsiniz.
Orjinal makale için buraya tıklayabilirsiniz.

Bir UFO Savaşı - Kudüs'teki UFO




BİR UFO SAVAŞI... KUDÜS'TEKİ UFO

Asur Kayıtlarında(Ninova Asurbanipal Kütüphanesi) ve Tevrat'ın üç yerinde(İşaya Kitabı-37, 2. Tarihler Kitabı-32, 2. Krallar Kitabı 19) günümüzden 2716 yıl önceki Kudüs kuşatması anlatılmaktadır. Bu olayın en büyük tanığı ise önümde duran Siloa yazıtıdır.
Ben bunu kendi yorumumla anlatacağım. Dileyen kaynaklardaki yazan şekline bakabilir.

Asur Kralı Sanherib ulusal tanrıları(anunnaki) olan Asur yani Ninurta'dan büyük bir silah alır ve bu silah sayesinde her yeri fetheder. Sonunda Kudüs kapılarına dayanır ve Kudüs halkının teslim olmasını ister. 

İsrail kralı ise teslim olmaz ve kuşatma aylarca sürer. Bu sırada çeşitli yollar denenir Kudüs'ün fethi için. Bunlardan birisi de şehre giren su kaynaklarının Asurlular tarafından kapatılmasıdır. İsrail kralı Hızkiya ise bunu önceden tahmin ettiği için şehir surlarının altından bir tünel kazdırmış ve Gihom Pınarının akışını şehrin merkezindeki Siloa Göletine bağlamıştır. Bu tünel iki taraflı olarak kazılmaya başlanmış ve tam ortada iki grup buluşmuştur. Günümüz teknolojisiyle bile böyle bir doğrulukla zor yapılabilecek bu kazı aklın sınırlarını zorlamaktadır. 

Sonuçta ortada buluşan işçiler tam o noktaya bir yazıt bırakmışlardır. Bir gün Kudüs'e giderseniz yeni keşfedilen bu tünelin içinde gezintiye çıkın. Tam ortasına geldiğinizde bu yazıtın olduğu yeri göreceksiniz ama yazıtı göremeyeceksiniz. Çünkü benim önümde duruyor...

Kudüs'ten vaktiyle çıkarılan bu yazıt İstanbul Arkeoloji Müzesine getirilmiştir. Yahudiler için çok anlamlı olan bu yazıta yoğun bir ilgi vardır. Gelen turistler üzerindeki ibranice kelimeler üzerinde çalışmalar yapmaktadır.



Peki ne oldu bu kuşatmanın sonunda?

Sanherib İsrail'in tanrısına yani bana göre SİN'e ağıza alınmayacak hakaretler etti. "Kudüs'ü gelip kurtarsın yiyorsa." dedi. Sonunda SİN buna dayanamadı ve müdahil oldu. Gönderdiği bir kartal gemiyle (Günümüzün UFO'su) Asur ordugahına saldırdı. Sabaha kadar bombaladı ve 185 bin Asurluyu öldürdü. Nereden mi biliyoruz? Tevrat'ın ilgili kitaplarından(Tevrat İşaya Kitabı 37-36 ve Yehova’nın meleği gidip Asur ordugâhında yüz seksen beş bin kişiyi vurdu.)... Asur Kayıtları ise kuşatmanın başarısız olduğunu yazar ama nedenini yazmaz.

Bu sonuç Sanherib'in bir anunnakiyi kızdırıp olaya müdahil etmesiyle değiştirmiştir. Oysa bundan 114 yıl sonra Babil Kralı Nabukadnezar Kudüs'ü rahatlıkla fethetmiş ve bununla da yetinmeyerek şehri yerle bir etmiştir. Süleyman'ın tanrısı için yaptığı tapınağı da yıkmıştır.