26 Temmuz 2023 Çarşamba

Lucy Filmi ve Rüyalarımızdaki Kuantum Seyahatler




Lucy filminin o ünlü sahnesini bilirsiniz. Bu sahnede tüm genlerimizin %97’lik alanını oluşturan ve hurda genler olarak bilinen bu kapanmış genler sırasıyla uyanmaya başlar. Frekansımızı yükseltmeye yarayan genler protein sentezi yapmaya başladıkça, böylece beynin çalışma kapasitesi de bir anda artmaya başlar.

Bu süreç öyle bir ilerler ki beynin tüm alanları açıldıkça Lucy üç boyutlu dünyamızın ötesine geçerek diğer boyutları da deneyimlemektedir. Bir süre sonra öyle bir an gelir ki Einstein’in 4. Boyut olarak gördüğü zamanı ileri geri sarabilmeyi keşfeder.

Karşısında oturup Lucy’i izleyen bilim insanları olayı anlamlandırmaya çalışırken, Lucy o sırada binlerce yıl önce yaşamış olan Kızılderililerle bakışmaktadır. Lucy bu cazibeli zaman yolculuğunu daha hızlı geriye doğru sarmaya başladığında ise filme adını veren ve yaklaşık 3,2 milyon yıl önce yaşamış Australopithecus Aferensis primatıyla karşı karşıya gelir. O an zaman durmuştur ve günümüzdeki Lucy ile geçmişteki Lucy’nin işaret parmağı; Michelangelo’nun “Tanrının Eli” tablosundaki gibi buluşmak üzeredir. Parmaklar birbirine dokunduğu anda zaman çok daha hızlı bir şekilde zaman geriye sarmaya başlar. Beynin kapasitesi bu sırada %90’lara çoktan ulaşmıştır bile.

Yaklaşık 4 milyar yıl önce Dünya’ya çarpan Nibiru’nun uydusunu da gördükten sonra sahne Güneş Sistemi’nin oluşumuna geçer. Ardından kozmik mikrodalga arkaalan ışınımının eşlik ettiği sahnelerle, sonunda evrenin ilk oluştuğu anda buluruz kendimizi. Big Bang ile beynin kapasitesi %100 ‘e çıkar ve Lucy bir anda yok olur.

Lucy artık aynı anda her yerdedir. Görülmeyeni görmeye başlamış ve gerçek özgürlüğü ilk defa tatmıştır. İstediği her şey ya da hiçbir şey olabilecek durumdadır.

Her zaman, her yerde, her andadır…

Buradaki püf nokta ise tüm bunlar; beynin içindeki gevezelik eden nöronlarla gerçekleşmekte, o elektriksel aktivite, kaotik elektromanyetik dalgalar oluşturduğu için olmaktadır. Her bir sahnede bu elektrik yüklü parçaların oluşturduğu kaosu seyrederiz. Sanki beynin içindeki kuantum dünyasında süpernova patlamaları gerçekleşmekte, patlayan atom bombaları, nötron patlamaları tüm bu süreç için gerekli olan enerjiyi sağlamaktadır.

İşte bu kısım çok ilginçtir çünkü bizler uykuya daldığımızda beynimizde benzer süreçleri yaşamaktayız. Uykuya dalmadan önce beynimiz karmakarışıktır. Uykuya dalınca beyin 1.5 saat kadar sessizce dinlenir. Ardından mucizevi bir şey olur ve beyin birden uyanır. Nöronlar sanki uyanıkmışçasına birbirleriyle iletişim kurmaya başlarlar. Hareket etmek, zıplamak, konuşmak için sinyaller gönderirler. Ancak beyin sapımızın Pons isimli küçücük bir bölümü hareket etmemizi engeller. Bedenlerimiz gözlerimiz dışında geçici olarak felç olmuştur. Buna REM uykusu denir. Pons, ön beyin, beyincik ve omurilik soğanı arasında yer alan bu yapı enine sinir tellerinden oluşur.

Rüya gördüğümüzü gözlerimiz ele vermektedir. Aslında daha doğru bir yaklaşımla bu sırada gördüklerimizin rüya olmadığını, bizzat onu uyanıkmışçasına yaşadığımızı söyleyebiliriz. Özellikle beynimizin mantıksal değerlendirme süzgeci olan Prefrontal Korteks’in aktif olduğu “Lucid Rüyalar” bizi uyku anında

O halde soruyoruz:

Uykumuzun sadece beşte birlik zaman diliminde bedenimiz dinleniyorsa, geriye kalan tüm zamanda beyin sanki uyanıkmış gibi çalışıyorsa;

Acaba rüyalarımız bizi; Lucy’nin gittiği gibi başka boyutlara, paralel ya da ayna evrenlere taşıyan, kuantum evrenindeki kozmik bir seyahat aracı olabilir mi?

Göktürk Ramu #onuncuboyut


25 Temmuz 2023 Salı

Işık Hızından Ürkütücü Derecede Daha Hızlı Olan KUANTUM DOLANIKLIĞI

 



Kuantum dolanıklığı kulağa karmaşık ve ürkütücü gelir. Einstein bile bu durumu ürkütücü olarak açıklamıştır. Ancak ilkel düzeyde bu durum aslında atom altı parçacıkların birbirleriyle iletişim kurma şeklidir.

Kuantum teorisinde eğer birbirine yakın iki elektron varsa, bunlar birlikte titreşebilirler. Bu iki elektronu birbirinden yüzlerce, hatta binlerce ışık yılı uzaklıkta olacak şekilde ayırsak bile bu anlık iletişim köprüsü açık kalır. Bir elektronu sallarsak diğer elektron bu titreşimi anında, ışık hızından daha hızlı algılar. Kısaca Kuantum Dolanıklığı Teorisi, ışık hızından bağımsız bir şekilde birbiriyle eşleşmiş olan iki farklı parçacığın arada ne kadar mesafe olursa olsun birbirine bağlı şekilde hareket etmesidir.

Örneğin ilk olarak iki elektronu yan yana getirelim. Birbirlerini etkileyecek olan elektronlar, bir süre sonra uyumlu bir şekilde hareket etmeye başlayacaklardır. Bu noktadan sonra elektronlardan birisini bulunduğumuz konumun milyonlarca ışık yılı uzağına yerleştirelim ve eşleşmiş olan elektronu titreştirelim.

Titreşen elektronun eşi, çok uzakta olmasına rağmen gerçekleşen titreşim hareketini anında fark edecektir ve titreşim hareketinin tam tersini uygulayacaktır.

Kısaca diğer elektron her zaman ilkinin zıddı şeklinde hareket edecektir.

İşin eğlenceli kısmı ise spiritüel yaklaşımlar, "Ruh Eşi ya da Ruh İkizi" konusunu Kuantum Dolanıklığı ile birleştirmekte ve ruh eşimizin her zaman bizim zıddımız olduğunu söylemektedir.

#onuncuboyut


18 Temmuz 2023 Salı

Işık dalga şeklinde mi yoksa parçacık şeklinde mi yayılıyor?


Işık sayesinde evrenimizin yüzde 4’ünü görebiliyoruz.
Peki ya ışık ile ilgili ne biliyoruz?

Evren ile ilgili en önemli bilgi kaynağımız ışık hakkındaki her şeyi öğrenebildik mi?

Bundan dört asır önce ışığın parçacık mı yoksa dalga mı üzerine olduğu yarım yüz yıl boyunca tartışılmış ama yapılan deneylerle çok ilginç sonuçlar ortaya çıkmıştı. Christiaan Huygens ışığı dalga olarak tanımlarken, Isaac Newton parçacık olarak nitelendirmişti.

Peki ışığın yayılışı dalga şeklinde mi yoksa parçacık şeklinde mi? Son zamanlarda teknoloji sayesinde kuantum dünyasına açıldığımızda bilinen fizik kurallarının geçerli olmadığı çok ilginç bir dünyaya adım attık. Sonrasında da ışığın temel birimi olan bir fotonu hem izole edebildik hem de takip edebildik. Ancak şimdi ışığın hem dalga hem parçacık olduğu hem de ikisi de olmadığı ortaya çıktı.

Nasıl mı? Şimdiki teknolojimizle yapılan Çift Yarık Deneyi gösterdi ki foton biz gözlem yaptığımızda farklı, gözlem yapmadığımızda farklı davranmaktaydı. Yani yapılan her deneyin sonucu gözlemlenip gözlemlenmediğine göre değişmekteydi.”

Foton birinin kendisini izleyip izlemediğini nereden bilebilir ki?
Fotonun gözleri, beyni yoktur. Neden fotonlar biz onları izlerken parçacık gibi, biz onları izlemezken dalga gibi hareket ediyor? Işık normalde bir parçacıksa biz onu gözlemlesek de gözlemlemesek de asla dalga örüntüsü yaratmamalıdır.

8 Temmuz 2023 Cumartesi

4 Bin Yıllık Yıkımın İzleri - Sina Yarımadası

4 bin yıl önce Koç Çağı'nın başlangıcındaki en önemli olay şüphesiz MÖ. 2023 yılında Sümer Uygarlığının yıkılmasıdır. Sümer halkının büyük bir kısmı bir anda yok olmuş, kalanları ise yeryüzünün ilk büyük sürgününde mülteci olarak çeşitli yerlere dağılmıştır.
 
Mezopotamya metinlerinde mülteci anlamında kullanan sözcük Munnabtutu, “yıkımdan kaçanlar” anlamını taşır. Sümerliler gittikleri yerlere medeniyeti taşımışlardır. Sümerli doktorlar ve gökbilimciler, mimarlar ve heykeltıraşlar, mühür kesiciler ve kâtipler başka ülkelerde halkların öğretmenleri olmuşlardır.

Peki Sümer tabletlerinin özellikle -Daha önce hiç benzerini görmedik.- şeklinde vurguladığı bu büyük yıkımın kaynağı nedir?
Burada bahsedilen bir nükleer silahtır ve Anunnakilerin uzay limanını buharlaştırdığı gibi Sina Yarımadası’nın üstünde kocaman bir oyuk ve çevresinde kapkara bir alan oluşturmuştur. El yazmaları ve Sümer tabletlerine göre iki Anunnaki, Nergal ve Ninurta tarafından ateşlenen nükleer silahlar sonucunda ortaya çıkan radyasyon bulutu tüm Sümer şehirlerini M.Ö. 2023’te yok etmiştir.

Sina'nın ortasındaki Maşu Dağı havaya uçmuş, uzaya fırlatma platformu yeryüzünden silinmiş ve uzay araçlarının sert toprağını pist olarak kullandığı ova, geride tek bir ağaç kökü kalmayacak şekilde yok edilmiştir.
Nergal’in bombalarıyla da Ölü Deniz kıyısındaki Amon Ra taraftarlarına ait beş şehir de haritadan silinmiştir.

Sahra, Sina ve Arap Yarımadasının ılıman iklimi, epey bir süre devam eden nükleer tesir nedeniyle değişmiş; ormanlar, nehirler ve sulak alanlarla dolu alanları yüz yıllık bir süreçte sonsuza dek çölleşmiştir.

Bu korkunç günün Dünya üzerinde bıraktığı yara asla silinmeyecektir. Tarihi yarımadanın beyaz kireç taşı dağları şimdi yer yer siyaha dönmüştür. Bu büyük afetin izleri olarak, milyonlarca siyahlaşmış taş parçacığı tüm alana yayılıp üst üste birikmiş şekilde durmaktadır. Bu garip görüntü, o günün hatırası olarak sonsuza dek korunacaktır. Sina Yarımadası’nın üzerindeki büyük yara izi, yeryüzünün en büyük afetlerinden birisinin işareti olarak yaşanan acıları hatırlatacaktır.