3 Temmuz 2020 Cuma

YENİ KİTABIM BALA-EŠ-KAR ÇIKTI


Satın almak için buraya tıklayınız.

TANITIM METNİ

Descartes, “Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan, yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe et.” demiştir. Aynı şekilde Atatürk de "Biz daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar olmalıyız." diyerek o dönemin tarih bilgisiyle yetinmemiş ve çeşitli araştırmalar yaptırmıştır.

İşte bu kitap hayatında bir kere bile olsa her şeyden şüphe edebilenler ve cesurca hakikati arayanlar için yazıldı.

Artık bilgi çağındayız ve hiçbir şey gizli kalmamalı…

ÖNSÖZ

Uzay, genetik, bilişim ve teknolojinin hâkim olacağı 2160 yıllık Kova Çağının arifesindeyiz ve altı bin yıllık yazılı tarihimizde ilk kez, dünyamızı ve kendimizi bu denli anlayabiliyoruz. M.Ö. 300 binlerde ortaya çıkmış olan insanın dünyadaki macerasında, sadece bir an sayılabilecek son beş yüz yılda, büyük bir sıçrama yaptık ancak bunun nedenlerini yeterince sorgulamadık.

Rönesans ve Reform hareketleriyle insanlardaki din ve sanat algısı tamamen değişti. Ancak çok azımız; bu değişimi tetikleyen kaynağın ne olduğunu merak ettik ve insanoğlunun bir anda, bu estetik ve sanat anlayışına nasıl erişebildiğini, araştırdık.

Kopernik, Galileo, Kepler ve Newton sayesinde güneş sisteminin gerçek işleyişini fark ettik. Ardından teleskobu icat ettik ve bu sayede Satürn’ün ötesindeki gezegenleri keşfettik. ABD ve SSCB arasındaki uzay yarışı sayesinde uzaya çıkabildik. Fakat günümüzde uzak galaksiler hakkında birçok bilgi edinebilmekteyken, hemen dibimizde bulunan Mars’taki sıvı halde bulunan denizin keşfinin neden ancak 2020 de yapılabildiğini, güneş sisteminin en dış gezegeni Planet X’in halka neden hala açıklanmadığını, yeterince sorgulamadık.

Sümer, Mısır, Akad, Asur ve Babil gibi uygarlıkların yazılarını çözdük ve tarihimiz yeniden yazıldı. Ancak tarihi hep kazananların yazdığını, gerekli görmedikleri yerleri sumen altı ettiklerini pek düşünemedik.

Ardı ardına gelen bilimsel keşiflerle teknolojimiz her on yılda öncekini ikiye, üçe, beşe katladı ancak bu keşiflerin ve teknolojilerin ilk nasıl ortaya çıktıkları sorusuna yeterince zaman ayırmadık.

Çok kısa sürede hücreleri, çekirdekleri, kromozomları, DNA’yı ve genleri öğrendik. Yaşamın, hücrelerdeki kromozomlarımızın ucunda bulunan telomer denen küçük parçalar ile ilgili olduğunu fark ettik. Ancak DNA kodlarını, hurda genleri ve insan genomunun sırlarını tam olarak çözemedik. Neden insandaki genlerin yüzde 97’sinin protein sentezi yapmadığını, şartelin neden kapatıldığını henüz algılayamadık.

Bing Bang’ı öğrendik ve büyük patlamadan arta kalan gürültü denilen kozmik mikrodalga arka plan ışıması sayesinde yaradılışın o ilk anlarında neler olduğunu artık tahmin edebilir noktaya geldik. Ancak güneş sisteminin oluşumuna kadar yaklaşık sekiz milyar yıldır var olmuş olan evrenden neden zeki bir yaşam formuna ait bir radyo sinyali bile alamadığımızı açıklayamadık, derin uzaydaki uzaylı ırklarıyla mesajlaşmaya henüz başlayamadık.

Kısaca bugüne kadar ana akım bilim yukarıda da görüldüğü gibi hep bize verilenlerle, işimize yarayanlarla ve genel kabullerle ilgilendi. “Ancak” ile başlayan kısımları ise tartışmaya pek gerek görmedi. Hatta tartışanları da hemen dışlamaya meyilli bir anlayışı benimsedi. Rahip Darwin’in “Evrim Teorisi’yle” alay etti, Rahip Mendel’in “kalıtım yasalarına” saçmalık dedi, Tesla’ya “delirmiş” dedi. DNA’nın bilgi taşıdığını söyleyen Oswald Avery’i “aptal molekül bilgi taşıyamaz” diyerek üç kez aday gösterildiği Nobel ödülüne layık görmedi. Evrenin sürekli genişlediğini söyleyen Rahip Lemaitre’ye, Einstein bile “berbat bir fikir” dedi. Ana akım bilimin bu tutuculuğu yüzünden gerçekleri anlama kısmında hep bir gecikme yaşadık. Yıllar sonra Darwin ve Mendel genetik biliminin temeli sayılırken, Tesla’nın keşifleri son yüz yıldaki ileri teknolojimizin merkezinde yer aldı. Einstein, dinamik bir evren fikrini reddettiği için Lemaitre’den özür dilemek zorunda kalırken, bilgiyi DNA’nın taşıdığı kesinleştiğinde maalesef ki haklı çıkan Avery çoktan ölmüştü.

Bu kitap işte bu açıklanamayan kısımların ve tarihimizde bulunan eksik değişkenlerin fark edilebilmesi, okuyucuya farklı bir bakış açısı kazandırarak alternatif tarih anlayışının sorgulanabilmesi amacıyla yazıldı. Tesla’nın “Bırakın gerçekleri gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bugün onların olsun; ama uğrunda çalıştığım gelecek benimdir.” sözü bu noktada çok anlam kazanmaktadır.

Sumen altı edilen tarihin; genetik, uzay ve bilişimle birleştiği bu kitapta; kadim tabletlerden, Homeros ve Herodot gibi yazarlardan, Tevrat ya da Enok’un Kitabı gibi tarih yazıcılığı ürünü olan kaynaklardan, yüzlerce araştırmadan ve kitaptan derlenen bilgilerin, günümüz bakış açısıyla yeniden harmanlanarak ve yorumlanarak okuyucuya sunulduğu görülecektir.

İnsanoğlu gerçeğe doğru yürümeyi tercih ettiğinde sadece son beş yüz yıldır yaşanan gelişmelerin temel kaynağını öğrenmekle yetinmeyecek, önümüzdeki yıllarda yapılacak çığır açıcı keşiflerle de evreni çok daha iyi anlayabilecektir.

Eminim ki, bir gün gelecek, insanlık neden evrenden uzaylı mesajları alamadığımızı fark edecek, bizim yöntemlerimizin çok ilkel olduğunu ve evrendeki haberleşmenin çok farklı kanallar aracılığıyla yapıldığını görecektir. Hatta belki de kozmik mikrodalga arka plan ışımasının derinlerine gömülmüş şu anki fizik kavrayışımız ile göremediğimiz bir yapının kanıtlarını bulacak ve bunun doğal olmadığı fikrine ulaşacaktır. Bu da bize, evrenin yaratılışı anında var olan bir zekânın mesajını iletecek ya da şifrelerini verecektir.

İnanıyorum ki, bir gün insanoğlu DNA’nın tüm şifrelerini de çözecektir. Kan üzerindeki derin bağlantıları anlayabilecek, hücrelerdeki telomerleri artık kısalmayacak şekilde düzenleyebilecek ve bu sayede yaşam süresini sağlıkla uzatabilecektir.

Bu gelişmeler hayal ya da bilim kurgu değil, bilgi ve tercihin çok önem kazandığı Kova Çağındaki gerçeklerimiz olacaktır.

Ancak tüm bunlardan önce yapmamız gereken, dünyadaki kendi gerçekliğimizi sorgulayarak işe başlamak ve bilinenden bilinmeyene yapılacak yolculuğumuzda, önce dünya sonra güneş sistemindeki sırlara ulaşarak, gerçeğe doğru ilk adımı atmak olmalıdır.

Descartes, “Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan, yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe et.” demiştir. Aynı şekilde Atatürk de "Biz daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar olmalıyız." diyerek o dönemin tarih bilgisiyle yetinmemiş ve çeşitli araştırmalar yapmıştır.

İşte bu kitap, hayatında bir kere bile olsa her şeyden şüphe edebilenler ve cesurca hakikati arayanlar için yazıldı.

Artık bilgi çağındayız ve hiçbir şey gizli kalmamalı…

EDİTÖRDEN

İnsanlık tarihi hakkında bizlere öğretilenlerin dışında mitolojinin ve sembollerin arkasına gizlenmiş saklı ve değerli bilgilerin küçük ayrıntılarını, detaylarını yorulmadan, bıkmadan ve hatta hiç usanmadan irdeleyen beyinler vardır. İşte bu kitap, o harika beyinlerden biri olan yazarımızın, hem bilimsel verileri incelemede hem de derin tarih araştırmalarında sergilemiş olduğu başarının ve emeğinin muhteşem bir sonucudur. 2013 yılında kesişti yollarımız sevgili dostum Gök Türk ile. Sümer tabletleri ve bilinmeyen tarihin esrarengiz yollarına Gök Türk’ün tavsiye ettiği kitaplar, araştırmalar ve bizzat kendi bilgilerini aktarması ile girdim. 2014 yılında çıkan ilk kitabı Amon Ra, kendisi için olduğu kadar benim için de çok özel ve değerliydi, çünkü kitap editörlüğünün yanı sıra bilimsel konuların daha doğru ve daha açıklayıcı ifade edilmesi açısından küçük dokunuşlarım olmuştu. Bu kitap için de yazarımız bana, aynı teklifi sunduğu zaman çok heyecanlandım ve de çok mutlu oldum. Bir sonraki bölümü merak içinde bekleyerek geçirdiğim çalışma anları benim için oldukça keyifliydi.

Okuyucuların dünyaya, geçmişe, geleceğe ve hatta kendi hayatlarına dair, bir yandan öğrenirken bir yandan da birçok konuyu düşünerek sorgulayacakları Bala-eš-kar’a yolu açık, okuyucusu bol olsun demekten başka bir söze gerek yok bence…

Prof. Dr. Gökçen Yuvalı