1 Nisan 2016 Cuma

Kadim Bilgilerdeki UFO’lar (sechaber)




Son Çağrı – Anunnakilerle Temas kitabımın temel konusu gökyüzüne alınan insanlardır. Şimdi bu insanlarda biri olan İlyas’ın öyküsüne kadim kitaplardan biri olan Tevrat’tan şöyle bir bakalım. Nasıl alınmış, ne ile alınmış?

Tevrat 2. Krallar 2. Bölümünde İlyas’ın Göklere Alınışı şöyle anlatılır:
2.Kr.2: 4 İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha’ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha’ya gittiler.

2.Kr.2: 5 Eriha’daki peygamber topluluğu Elişa’nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi.

2.Kr.2: 6 Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.

2.Kr.2: 7 Elli peygamber de onları Şeria Irmağı’na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı’nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu.

2.Kr.2: 8 İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.

2.Kr.2: 9 Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa’ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi.
2.Kr.2: 10 İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.”

2.Kr.2: 11 Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı.

Şimdi arkadaşlar buradaki durumu şöyle özetleyebiliriz:

İlk olarak İlyas ile Elişa, Eriha kentine birlikte gidiyorlar. Eriha’da onları karşılayan elli peygamber İlyas’ın göklere alınacağını biliyor ve meraktan onları takip ediyor. Eriha’dan Şeria Nehrine doğru süren yolculuk, elli peygamber için orada bitiyor. İlyas ile Elişa ise bir cübbe aracılığıyla nehrin karşısına geçiyor ve yollarına devam ediyor. İşte o noktada göklerden bir kasırga gelerek İlyas’ı göklere alıyor. Peki, bu kasırgalar nasıl bir araçtı?


Şimdi arkadaşlar buradaki durumu şöyle özetleyebiliriz:

İlk olarak İlyas ile Elişa, Eriha kentine birlikte gidiyorlar. Eriha’da onları karşılayan elli peygamber İlyas’ın göklere alınacağını biliyor ve meraktan onları takip ediyor. Eriha’dan Şeria Nehrine doğru süren yolculuk, elli peygamber için orada bitiyor. İlyas ile Elişa ise bir cübbe aracılığıyla nehrin karşısına geçiyor ve yollarına devam ediyor. İşte o noktada göklerden bir kasırga gelerek İlyas’ı göklere alıyor. Peki, bu kasırgalar nasıl bir araçtı? Günümüzdeki helikopterlerin hafif bir kasırga yarattığını düşünürsek demek ki gelen araçların motorları ya da varsa pervaneleri çok güçlüydü diyebiliriz. Cevapların bölgedeki bir antik kentte saklı olduğuna inanıyoruz.
Bu durumu harita olarak takip edecek olursak Eriha’dan Şeria Nehrine gidip sonra da nehri geçip yakın mesafede gidilebilecek tek bir yer vardır. Tell Ghassul olarak bilinen bu antik yer Eriha’nın tam karşısına denk düşmektedir.



Bölgeyi kazan arkeoloji ekibi Tell Ghassul’da buldukları uygarlığın yüksek düzeyi karşısında şaşkınlığa uğramıştı. Taş devrinin sonunda Bronz çağına dek uzanan bu dönemden kalan en eski yerleşimler bile tuğla döşeliydi. Evlerin planı dikdörtgendi ve modern şehirlerdeki gibi gruplanmışlardı. En şaşırtıcı olanı ise duvarların iç kısımlarının çok renkli duvar resimleriyle kaplı olmalarıydı. Mesela bir evde kişinin karşı duvarı kaplayan resmi seyretmesine olanak tanıyan gömme bir divan vardı. (Oturma odamızdaki televizyon ve koltuk gibi düşünün.) İşte bu resimlerin biri de benim “Son Çağrı-Anunnakilerle Temas” kitabımın kapak resmini oluşturmaktadır.



Sekiz uçlu bu yıldız deseni ve çevresindeki ışınlı nesneler geometrik kesinlikle ve canlı renklerle çizilmiştir. İnanna olarak bilinen tanrıçanın da simgesi olarak kabul edilen bu sekiz uçlu yıldız İnanna’nın da gezegeni olan Venüs gezegenini simgelemektedir. (Biz hep Dünya’yı üçüncü gezegen olarak biliriz ancak tabletlerde Dünya yedinci gezegendir.) Venüs’ün 8, Dünya’nın 7 ile simgelenmesinin nedeni; Güneş Sistemine dışarıdan giren birisi için Dünya yedinci, Venüs Sekizinci gezegendir. Bu arada İnanna, Sin/Nannar’ın kızıdır. Konuyu dağıtmamak adına bu konuya girmiyorum.
Şimdi sıkı durun. Çünkü bu yerin kadim kalıntıların da bu kasırgaların da duvar resimleri bulunmuştur.



Tell Ghassul Mural’daki bu kasırgaların resimlerine baktığımda ise aklıma hemen Hezekiel’in görümleri geldi. Ne diyordu Hezekiel: Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu.(Tevrat Hezekiel Kitabı 1-4) İşte kitabıma aldığım UFO tarifi bu kasırgalardan alınmıştır.

Eriha dünyanın en eski medeniyet merkezlerinden biridir. Hatta buradaki medeniyet ve çanak çömleksiz dönem arkeologlar arasında Eriha Şoku olarak adlandırılmıştır. (İkinci şoku Göbeklitepe yaşatmıştır.) Eriha kenti ve ona bağlı olan Tell Ghassul bölgesi Ay Tanrısı Sin/Nannar’ın tapınç merkezidir. Tevrat’ta kasırga olarak betimlenen bu araçlar iki bin yıl önce bir başka Sin/Nannar tapınç merkezi olan Ur’daki bir ilahide Gök Sandalı olarak adlandırılmıştır.




Yine başka bir Sin/Nannar tapınç merkezi olan Urfa’daki Sin Tapınağında M.Ö. 555 yılında Babil’in son etkili kralı olan Harranlı Nabonid’in bulunan iki adet stelinde bu kasırgalar Gök Sandalı olarak ifade edilmiştir.(Urfa ismi Ur’da gelmiştir. Zaten de Ur gibi inşa edilmiştir.) Hatta Nabonid abartarak bu araçların binlerce kişinin gözü önünde yere indiğini, içinden çıkan dört tanrıyı gördüğünü anlatmıştır. Ama bizler koskoca kralın ve binlerce insanın aynı anda görüp devlet tutanaklarına geçirdiği bu olaya bilim dünyası gibi hayal olarak bakalım. Nasılsa binlerce yıl sonra Ay’a insan yolladığımız olgusuna da hayal olarak bakılacak!.



Önermem şudur ki, Tevrat’ta kasırga, görkem, kabod; Mısır’da gök sandalı, Sümer’de kartal gemiler, Yunan ve Hint’te uçan atlı arabalar olarak adlandırılan bu araçlar bizim UFO dediğimiz araçlardır. Bizler ne olduğunu bilmediğimiz için Bilinmeyen Uçan Araçlar (Unknown Flying Object) yani UFO terimini uygun görsek de kadim bilgelik o araçların kime ait olduğunu gayet iyi biliyordu. Onlar gökten gelen ziyaretçilerin araçlarıydı, onlar tanrıların arabalarıydı, yani uzaylıların…

Anunnaki olarak Sümerlerin adlandırmış olduğu bu uzaylı türün Mısır’daki adı Neteru yani Muhafızlar; Yunandaki adı Tanrılar, Türklerdeki adı Tengrilerdi. Şimdilerde keşfedilmeyi bekleyen Nibiru adlı gezegenden geldiği belirtilen bu türün insanın gelişimine hizmet ettikleri aşikârdı.

Son olarak günümüzden bir örnek verelim: Biliyorsunuz UFO teriminin dağarcığımıza girmesi1947’deki Roswell Kazası sonucudur. Bundan altı yıl sonra Arthur Clarke’nin Childhood’s End adlı bir kitap yazmıştır(Günümüzde üç bölümlük bir dizi olarak yayınlanmıştır…) Bu kitaptaki UFO tasviri Tell Ghassul Mural’daki UFO çiziminin aynısı gibidir. İşin ilginç yanı ise kitabın yazıldığı o tarihte Tell Ghassul henüz kazılmamış, bu çizimler henüz bulunmamıştı.



Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.

Piri Reis Haritası’nın İzinden… (sechaber)



Önümüzdeki 2160 yıllık Kova Çağı bilim ve teknolojinin çağı olacaktır. Bu süreçte bilim ve teknik alanında gelişim, değişim ve dönüşüme ayak uydurabilen halklar varlığını korurken diğerleri tarihin tozlu sayfalarındaki yerlerini alacaktır. Bu özelliğiyle bilim ve teknik son bin yılın güç dengelerini belirleyen en önemli etken olmuştur diyebiliriz.

Osmanlı İmparatorluğunun çöküş zamanlarındaki bilim ve teknik hamleleriyle modern Türkiye’nin temellerinin atılmasına da büyük hizmetleri bulunan II. Abdülhamit de Siyasi Hatıratında bu konuya şöyle bir yorum getirmiştir: “Herkes düşünmeye ve çalışmaya mecburdur. Ekemeyen biçemez, çalışmayan yiyecek ekmek bulamaz. Hristiyanlar bu kelimeyi en iyi şekilde tefsir etmişlerdir. İncil’de ‘Yarın için üzülmeyin, Allah uçan kuşların, yeryüzündeki hayvanların yardımcısı olduğu gibi sizi de düşünecektir.’ demesine rağmen Hristiyanlar düşünürler, çalışırlar ve terakki ederler, bizde buna seyirci kalırız.”

Atatürk de bu konuda benzer bir ifade de bulunmuştur: “İlim, fen ve ihtisas nerede varsa, sanayi nerede varsa, gidip öğrenmeye mecburuz.” Bu yüzden Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında bilim – teknikteki hamlelerin hayata geçirilmesine çok önem vermiştir.

Bundan beş yüz yıl öncesine gidecek olursak; bilim ve tekniğin güç dengelerini o zaman bile belirlediğini rahatlıkla görürüz. Preveze Deniz Savaşındaki başarıyı düşmanın üçte bir oranındaki Osmanlı gemilerinin “daha uzak menzile sahip” top atışları getirmiştir. İstanbul’un fethini “Fatih’in teknoloji ürünü topları” sağlamıştır. O dönem Osmanlı’daki Çiçek aşısıyla tanışan Avrupalıların hayranlıkları hatıratlarda hala mevcuttur.

Kısaca; şu an nasıl ki Dünya’nın süper güçleri bilim ve teknolojiyle varlıklarını sürdürüyorsa o dönem içinde durum aynıdır.

Şimdi bugünkü konumuz olarak bu teknolojilerden birisinin izinden gideceğiz: Piri Reis’in Haritası…



UNESCO’nun, 2013 yılını “Piri Reis Yılı” ilan etmesine sebep olan bu haritayı farklı kılan nedir?

Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki araştırmalarda padişahın hazineleri arasında bulunan ve Piri Reis Haritası olarak bilinen bu harita, M.S. 1513’e denk gelen İslam Takviminin tarihini taşımaktadır. Bu yüzden UNESCO 2013 yılını Dünya Haritasının 500. yıldönümü olması münasebetiyle “Piri Reis Yılı” olarak ilan etmiştir.

Keşifler çağından günümüze dek gelebilmiş birkaç dünya haritasından biri olan bu harita üç nedenden dolayı dikkat çekmiştir:

Birincisi, haritanın küresel yeryüzü şekillerini düz bir yüzeye yansıtmada kullandığı gelişmiş yöntemin doğruluğudur.

İkincisi, harita tüm Güney Amerika’yı hem Atlantik hem Pasifik kıyılarındaki tanınabilir coğrafik ve topoğrafik yerleri, bir de özellikleriyle açıkça göstermesidir.

Üçüncü ve en önemlisi ise Antarktika kıtasını doğru biçimde yansıtmasıdır.

Bu harita Kristof Kolomb’un yolculuklarından birkaç yıl sonra çizilmiştir; ancak ilginç olan Güney Amerika’nın güney kısımlarını haritanın çiziliş tarihine dek bilen yoktur. Düşünün ki bu topraklara ilk giden komutan olan İspanyol Pizarro Panama’dan Peru’ya ancak M.S. 1530’da gitmiştir, aynı haritadan on yedi yıl sonra. Buna rağmen Piri Reis’in Haritası Patagonya ucuna varana dek tüm Güney Amerika’yı göstermektedir. Hele bırakın Antarktika’nın kıyılarını, kıtanın varlığı bile üç yüz yıl sonra M.S. 1820’de keşfedilmiştir.


Peki, bu haritanın sırrı neydi? Hazırsanız geçmişin daha da derinlerine doğru gizemli yolculuğumuz başlasın…

Günümüzde bazı kesimlerce ilahi sebeplere bağlanan bu haritanın aslında bir teknoloji ürünü olduğu büyük Türk Amirali Piri Reis’in “Bahriye” adlı kitabında ilk ağızdan aktarılmıştır. Haritanın kenar boşluklarındaki kısa notlar da bu kitapta uzun uzadıya açıklanmıştır. Piri Reis, Antil Adaları gibi coğrafi işaret noktalarını “Cenovalı Kolomb’un Haritaları”ndan aldığını yazmıştır. Hatta Kolomb’un elinde olan bir kitapta yer alan “Atlantik Denizinin sonundaki kıyılar ve adalarda her türden metal ve değerli taşlar olduğu” bilgisini de Bahriye’de paylaşmıştır. Kolomb’un, Cenova’nın önde gelenlerini ve İspanya Kralını nasıl ikna etmeye çalıştığını da yine Bahriye’den öğreniyoruz.

Piri Reis kısaca diyor ki; Kolomb, kadim kaynaklardan gelen coğrafi haritaları ele geçirmiştir ve nereye gittiğini gayet iyi bilen bir denizcidir. Ben, Kolomb gibi, Piri Reis’in de bu yolculuklara çıkmak istediğini düşünüyorum. Eğer bu seyahat ve keşif ateşi Osmanlı’da yansaydı, Piri Reis ve donanması Pizarro’dan önce Mayalarla karşılaşsaydı neler olabilirdi acaba? Bu konuyu okuyucunun engin hayal gücüne bırakıyorum ve yolculuğa devam ediyorum.

Piri Reis haritayı çizerken kullandığı kaynaklar Bahriye’de sıralanmıştır: Buna göre amiral; Arap haritacılar tarafından çizilen ve Hint, Sind, Çin ülkelerini gösteren Portekiz menşeli haritaları, Kolomb’un haritalarını, Çift Boynuz Efendisi(Büyük İskender) haritalarını ve buna benzer yirmi haritayı kaynak almıştır. Buradan anlaşılmaktadır ki Piri Reis, M.Ö. Dördüncü yüzyıldan kalan haritaları bile kullanmıştır. Haritayı ilginç kılan ilk iki özelliğin cevabı eski tarihli haritalardır diyebiliriz böylece.



Ya Antartktika?

Antarktika’yı binlerce yıldır buz örtüsü altında kalıp görünmeyen coğrafi ve topoğrafik özellikleriyle gösteren bu harita, hataya yer bırakmayan ayrıntılarıyla buz örtüsü tarafından saklandıkları için günümüzde görünmeyen kıyıları, körfezleri, koyları, haliçleri ve dağları, hatta nehirleri göstermektedir. Üçüncü neden günümüzde bile hala muammadır çünkü bu haritanın doğrulanışı ancak 1958 yılında Uluslar arası Jeofizik Yılı boyunca pek çok ekip tarafından sürdürülen yoğun taramalar sırasında elde edilen bilimsel buz altı sondajlarıyla keşfedilmiştir. Kısaca mantıklı izahı henüz bilim dünyasında yapılamamıştır.



Antarktika bilmecesi için şimdi başka bir yolculuğa çıkalım:

O döneme ve öncesine ait başka haritalar da bulunmuştur. M.Ö. 1351 tarihli Medici Haritası ve M.Ö. 1367 tarihli Pizingi Haritası gibi çizimlerin daha sonraki denizciler ve haritacılar tarafından kullanıldığı kabul edilmektedir. Bu haritacılardan birisi de Gerhard Kremer’in M.Ö. 1569 tarihli Atlas’ıdır. Mercator adıyla tanınan bu atlas haritacılığın standart özellikleri olarak günümüze dek gelmiştir. Mercator’da da Antarktika gösterildiği için haritacının; elli yıl önce çizilmiş olan Piri Reis’in haritasından ve M.S. 1531 de Finaeus tarafından çizilen dünya haritasından etkilenmiş olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca Mercator’un çizilirken; kökeni Fenikeliler ve Kartacalıların hakim olduğu dönemlere dek uzanan haritaların kullanıldığı, M.S. ikinci yüzyılda Mısır’da yaşamış olan astronom, matematikçi ve coğrafyacı Batlamyus’un tanıttığı Tireli Marinus tarafından çizilmiş haritaların kullanıldığı kabul edilmektedir.



Peki, çözüm ne?

Aynı akımdan gelen Fineus’un dünya haritasının çözüme katkıda bulunacağına inanıyoruz. Çünkü o harita üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu noktada bizden birileri çıkıp ta “Piri Reis’in Haritası”nı araştırsaydı keşke diyor insan ama maalesef biz bu noktada Batı’dan geri kaldık. O yüzden yolculuğa Fineus Haritası üzerinden devam edeceğiz.

Fineus’un haritası üzerindeki araştırmalardan en titizi Charles H. Hapgood tarafından yapılmıştır.Kadim Deniz Krallarının Haritaları adlı eserinde Hapgood bu haritanın, Antarktika kıtası üstünü örten buz örtüsünden kurtulduktan sonra batı kısımlarında yeniden buzla kaplanmaya başladığı sıralarda betimlenen kadim çizimlere dayandığı sonucuna varmıştır. Hapgood’un araştırma ekibi bu olayın M.Ö. 4000 civarında gerçekleştiğini düşünmektedir.

Hapgood kitabında ayrıca hayranlığını şöyle belirtmiştir: “Kadim yolcuların kutuptan kutba seyahat ettikleri açık hale gelmektedir. Görünüşte inanılmaz olsa da kanıtlar bazı kadim insanların Antarktika’yı, kıtanın kıyıları buzla kaplı değilken keşfettiklerini işaret etmektedir. Ayrıca boylamları doğru olarak belirlemek üzere Antik Çağ, Orta Çağ ve 18. Yüzyılın ikinci yarısından öncesinde Modern Çağda insanların sahip olduğu herhangi bir şeyden çok daha üstün bir seyrüsefer aygıtına sahip oldukları açıktır.”

Bir başka araştırmacı John W. Weihaupt, Eos, Amerikan Jeofizik Birliğinin Bildirilerinde konu hakkında “Büyük bir kıtanın kabaca haritalandırılması bile ilkel denizcilerin kabiliyetinin çok ötesinde bir seyrüsefer ve geometri bilgisi gerektirmektedir.” demiştir. Weihaupt bu haritanın 2600 ile 9000 yıl önceki bir dönemdeki verilere dayanarak çizildiğine emin olduğunu söylemiş ama böyle bir verinin kaynağını tam bir muamma olarak eklemiştir.



Bilim cevap bulamıyor ama belki de cevap gözümüzün önünde; Mezopotamya da…

Modern bilimin çaresiz kaldığı bu noktada “Kadim Astronotlar Teorisi”ni savunan Zecheria Sitchin gibi araştırmacıların farklı bir önermesi bulunmaktadır. Bu önermeye göre; bu haritalar insanlar tarafından yapılmadığı gibi insanlara hizmet amacıyla da yapılmamıştır. Nibiru’dan Dünyamıza gelen ve kadim tanrılar olarak bilinen anunnakiler tarafından kendileri için yapılmıştır.Sonraları insanların da hizmetine sunulan bu haritalar bir şekilde günümüze kadar varlıklarını korumuştur. Mısırlıların Neteru, Türklerin Tengri, Yunanlıların Tanrı dediği bu anunnakiler Sümerlerde çok detaylı anlatılmıştır. Bu anlatımların birinde bir Sümer metni şöyle demektedir:“Göze hoş gelen ne varsa anunnakilerin lütfuyla yaptık.”



Ben ana akımın tamamen dışına çıkarak önermeyi biraz daha ileriye taşıyayım:

M.Ö. 11 000 dolaylarında gerçekleşen buz devrinin aniden bitişi ve Antarktika buzlarının birden denize düşmesiyle oluşan tsunami dünyanın bir çok bölgesini su altında bırakmıştır. Günümüze büyük tufan olarak sözlü geleneklerle taşınan bu olayın ardından anunnaki liderlerinden Ninurta yeni dünyanın haritasını çizmekle görevlendirilmiştir. “Amon Ra: Uzaylı Bir Prensin Yaşam Öyküsü” kitabımdan bir bölüm ile Piri Reis’in Haritası’nın izinden binlerce yıl geriye doğru gittiğimiz bu yolculuğu sonlandırayım:

“Ninurta, Dünya’nın yeni şekline ilişkin ayrıntılı bir rapor hazırladı. Çıkan yeni Dünya haritasına göre Enki’nin gizli şehri Atlantis yerinde görünmüyordu. Asya ile Amerika kıtaları arasındaki bağlantı sular altında kalmıştı. Antarktika üzerinde ise artık buzullardan eser yoktu. Antarktika’nın yeni topoğrafyası; kuru topraktan, nehirlerden ve göllerden oluşuyordu…”



Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.

http://www.sechaber.com.tr/piri-reis-haritasinin-izinden/