27 Haziran 2017 Salı

Anunnakiler Nedir, Ne Değildir?



2014 Haziran’ında Amon Ra; Uzaylı Bir Prensin Yaşam Öyküsü okuyucu ile buluştuğu sırada “Anunnakiler” ülkemizde çok az biliniyordu. Aslında Kadim Astronotlar Teorisinin “Uzaylı Tanrı-Tanrıçalarının” Sümerce ismiydi Anunnakiler. Dünya üniversitelerinde kabul görmüş tüm kadim tabletler, saygın araştırmacılar ve bilimsel araştırmalardan oluşan 250 kaynak ile yazılan Amon Ra’nın bilimsel danışmanlığını ve editörlüğünü ise Prof. Dr. Gökçen Yuvalı Çelik yapmıştı. O günden bugüne bir kitap, sayısız makale, onlarca eğitim ve seminer ile dünya tarihindeki eksiğin “Anunnakiler değişkeni” olduğunu anlatmaya çalıştım. Hala da bunun için çabalıyorum. Geçen üç yıllık sürede yolumdan hiç sapmadan ve her geçen gün kendimi geliştirerek kanıtlı, kaynaklı bilgi prensibiyle insanlara farklı bakış açıları sunabildiysem ne mutlu bana…
Bugünde ülkenin en önemli yazarlarından biri olan Çiçek Sekban Tüfekçi’nin önümüzdeki yıllarda Türk Tarihine büyük hizmet sunacağına inandığım “Ari” kitabında hem karakter oldum hem de danışman olarak yer aldım. Benim araştırmalarım hem Çiçek Sekban Tüfekçi'nin hem de Deniz E Doğru’nun Sechaber'deki Mu araştırmalarıyla birleşince ortaya muhteşem bilgiler çıktı. Yakında Planet X ilan edildiğinde, tarih yeniden yazıldığında ve anunnakiler mitoloji değil olgu olarak kabul edildiğinde bizler görevimizi yapıp vaktiyle bilgileri halkımıza sunduğumuz için vicdanımız rahat olacağız. Ben ve dostlarım bundan sonra da bilgiye ulaşma ve elde edilen bilgiyi kanıtlı-kaynaklı paylaşma yolunda çabalayacağız.
Evet Amon Ra’dan itibaren üç yıl geçti ve ülkede anunnakileri isim olarak duymayan bilmeyen kalmadı diyebiliriz. Hatta dünya da en çok konuşulan uzaylı konusu olarak anunnakileri görebiliyoruz. Hal böyle olunca da bazı yanlış anlaşılmalar, yanlış bilgiler, kanal bilgileri yönünü anunnakilere çevirdi. Bende bir takım sorulara topluca cevap vereceğim:

Soru 1. Anunnakiler’den başka bir sürü uzaylı türü var mı? Neden sadece anunnakileri yazıyorsunuz?
Cevap 1: Milyarlarca galaksi ve trilyonlarca yıldızın olduğu evrende kesinlikle milyarlarca uzaylı türü vardır. Ancak benim alanım tahmin yürütmekten ziyade kadim geçmişten izleri takip etmek. Binlerce tablet ve araştırma sonucunda dünyadaki tüm gizemlerin içinde sadece anunnakileri buldum. Eskiden tanrı-tanrıça dediğimiz bu tür bizden teknolojide ileri anunnakilerdi. Birkaç yerde ise grilerin izine rastladım ancak grilerin anunnakiler tarafından ortaya çıkarılan organik robotlar olduğuna dair görüşlerim mevcut. 

Soru 2. Reptilian diye bir ırk var mı? Anunnakiler reptilian mı?
Reptilian diye bir ırka kadim geçmişte rastlamadım. Anunnakiler ise tamamen insan formunda resmedilmiş ve anlatılmışlardır. Mısır gibi yerlerde ise bazı hayvanlar ile sembolleştirilmişlerdir. Mesela Thot, ibiş kuşu; Seth, eşek; Ra, şahin, Hathor, inek olarak sembolize edilmiştir. Bunlar bana göre sembolden ötesi değildir. Anunnakiler; hem Sümer tabletlerinde hem kutsal kitaplarda hem de dünyadaki mitolojilerde hep insan şeklinde kendilerine yer bulmuşlardır. Anunnakilerin yılan kertenkele ırkı olduğu David İcke ile ortaya çıkmış bir görüştür sadece… Ancak yılan Enki klanının, Kartal ise Enlil klanının sembolü olmuştur…

Soru 3. Anunnakiler neden önemli?
Cevap 3. Anunnakiler şu anda dünyanın siyasetine yön verdikleri için çok önemli…

Soru 4. Anunnakiler nereden geliyor? NASA bizi bu karşılaşmaya mı hazırlıyor?
Cevap 4. Tabletlere göre anunnakiler güneş Sistemimizin en dış gezegeni Planet X’ten geliyor. NASA 1983’ten beridir bu gezegeni izliyor. 2016 Ocak’ında bu gezegenin varlığı iki NASA bilim adamı Mike Brown ve Konstantin Baytgin tarafından kısmen açıklandı. Zaman geçtikçe 10 000 yıllık yörüngeden inilerek 3600 yıllık eliptik yörüngeye sahip olduğu da söylenecek. https://solarsystem.nasa.gov/planets/planetx/indepth

Soru 5. Önümüzdeki süreçte bizi ne bekliyor?
Cevap 5. Enki’nin Kova Çağıyla bilim ve teknoloji bizi bekleyen… Bilim ve teknoloji dışındaki tüm gerçeklikler bir bir çökerken buna ayak uyduranlar yola devam edebilecek…

Çok fazla bilgiyi burada kısaca vermek mümkün değil. Daha fazlası için bloglarım, kitaplarım, araştırmalarım, seminerlerime bakabilirsiniz. Teşekkürler…

3 Haziran 2017 Cumartesi

Agarta Efsanesi ve Kayıp Kıta Mu (Son bölüm) - Seçhaber



Atlantis’in batmadan hemen önce 2 gruba ayrıldığını belirtmiştim. Mu’nun ilmini iyiliğe kullananlar ve kötülüğe {menfaat} kullananlar… Biz bugün bu grupları, “Işığın oğulları – Karanlığın oğulları” veya “Bir’in oğulları – Belial’in oğulları” olarak biliyoruz. { Orta Çağ’da yapılan ve Şeytan’ı tasvir eden tablolardan birinin adı “Belial”dir!}

Agarta ve Şambala bu şekilde kurulmuştur. Her iki grup da, yer altındadır ve zaman zaman yeryüzüne çıkıp, kendi amaçları doğrultusunda, insanları seçip eğittikleri iddia edilir. Efsanelerde, mitlerde, sembollerle aslında bizlere bu durum da anlatılmaktadır. Bir önceki yazıda Hitler’in, Agarta’yı bulduğunu ve yöneticileriyle temas kurduğu iddialarını vermiştim. Hitler’in uygulamaları düşünüldüğünde, Şambala ile iletişim kurmuş olma olasılığı yüksektir.

Fotoğrafta da görüldüğü üzere, Naziler her alanda bu svastika ya da diğer adı ile, gamalı haç sembolünü kullanmışlardır. Oysa bu sembol, öz be öz Türk tamgası OZ’dur.

Oz tamgası Ön Türkler tarafından pek çok kez , pek çok yerde tarihe imza olarak işlenmiştir. Saymalıtaş da sadece 1 örnektir. Ön Türkler, yazıyı M.Ö. 14 binde icat etmiştir! Bu tarih, Sovyet Bilim Akademisi üyelerinden Sliyenski tarafından C14 testiyle, onlarca kere tekrarlanmış, sonuç daima M.Ö. 14 bin olarak çıkmıştır. {K.Mirşan} Aynı tarih, Fransız araştırmacıları tarafından da bulunmuştur.{Halûk Tarcan}


Oz tamgası daha evvelinde kullanılmış mıdır, nerede kullanılmıştır diye düşünürsek, acaba kayıp kıta Mu tabletlerinde gördüğümüz bu sembol ile Oz tamgası aynı mıdır? Üstelik bazı kaynaklarda bu sembolden, Agarta’nın sembolü diye de bahsedilmektedir.

Peki bunlar ne anlama geliyor. Büyük bir tesadüf mü?

James Churchward, Mu Kıtası batmadan önce ve battıktan sonra diğer kıtalara yapılan göçlerden bahsetmiş ve Mu battıktan sonra imparatorluğa dönüşen Atlantis ve ondan daha büyük olan Uygur İmparatorluğu bilgisini, tabletler vasıtasıyla bizlere vermiştir. Uygur İmparatorluğu diyerek bahsettiği elbette M.S. 8.yy yaşayan Uygur Devleti değildir. Churchward’in bahsettiği Uygurlar, M.Ö.12/14binlerde Mu batmadan hemen önce M.Ö.15binlerde Orta Asya’ya göç eden Uygurlardır.

Aslında Uygur diyerek bahsettiği { Haluk Tarcan’ın ifadesiyle} Ön Türk tarihini çok bilmeyen James Churchward’in, o coğrafyada yaşayan insanlara verdiği isimdir. Keza Orta Asya’da yapılan kazılarda ortaya çıkan bilgiler, M.Ö. 20/25 binlere kadar inen, ileri bir uygarlığın varlığını işaret etmektedir.

Türk Kültür ve Tarihi’ni bugün bizlere en iyi sunan kişilerden iki kıymetli isim olan Kazım Mirşan ve Halûk Tarcan, bilinen ezberlenen tarihin aksine, ilk Türk devletinin Hun Devleti olmayıp, M.Ö.9000 lere kadar inen Bir Oy Bil Devleti olduğunu bilgisini vermektedir. Hatta İmparatorluk denmektedir ki, tıpkı Osmanlıdaki gibi, kendisine bağlı uç beylikleri bulunmaktadır. Bu müthiş bir bilgidir.



Kazım Mirşan Mısır-Sina’da, piramitlerdeki yazıtlarda Ön Türkçe kartuşlar bulmuştur. Antik Mısır’ın kültür kökeninde Ön Türkler vardır diyen Kazım Mirşan’a ek olarak, Halûk Tarcan da, James Churchward’un Hindistan’da bulduğu Naacal Tabletlerinin, M.Ö. 15bin’e ait olduğunu, bunun yanında Ön Türklerin M.Ö.35binde Hindistan’da bulunduklarını ve izler bıraktıklarını söyler.

Bu ne anlama gelmektedir?

Bu söylemlerden, bana kalırsa; daha önemli ve heyecan verici olanı, Sovyet Bilim Akademisi eski üyelerinden olan Vadim. A. Ranov’un yapmış olduğu araştırmalardır. Ki, tüm insanlık tarihini değiştirecek türdendir. Ranov, bugün Tacikistan sınırlarında olan Karatav Mağarası’nda resimler tespit etmiştir. Bu resimler için, M.Ö. milyon yıl denmektedir. Halûk Tarcan bunu, 2 milyon yıl olarak ifade eder.

Bu ilk insan mı demektir. İlk bilen/akıllı insan.. Bu durumu daha iyi aktarmak için Halûk Tarcan’ın kelimelerini buraya almak gerekmektedir diye düşünüyorum;

“ Türkleri yeryüzünden silmek.. Batılılar bunu istiyor; ve Orta Asya’yı yok etmek için Afrika’dan başlatıyor tarihi. Buna çok dikkat etmek gerekir. Afrika’da başlatıyor. Milyon yılda orada başlıyor. Sene sene artarak milyon yılda, ki Orta Asya kişisi, milyon yılda zamanın örsünde dövülüyor dövülüyor dövülüyor, yavaş yavaş ilerlemeye başlıyor, homo sapiens meydana geliyor. bilen adam, ortaya çıkıyor. Bilen adam 35 bin tarihlidir. Kâzım Mirşan, homo sapiens için, “ÖGÜL-UQUS” der. Ögül uqus. Bence her ikisi de aynıdır. Çünkü o da 35 bindir. Ögül uqus’dan itibaren kaya resimleri yapılmaya başlandı. ög: Felsefe demektir. Ögül; felsefeye ait. Uq: Algılamak demektir. Us: Yüce. Düşüncenin kutsal algılanması, kutsal düşünceyi algılayan kişi falan gibilerden… Kaya resimleri yapılıyor, ama 35 binden 14 bine kadar adamın kafası kaç sene geçiyor işliyor işliyor…

14 binde ortaya yazı çıkıyor, düşünceyi resimlerden ayırıyorlar. Bazı resimler şematik hale geliyor.

At resmi yapmaya başlarken, adamcağız doğrudan doğruya “haç” resmi yapıyor… Ok ucu “haç” haline gelmiş… ”

Bu heycan verici bir anlatımdır. Elbette biz o coğrafyada var olmuş olduğu iddia edilen ilk kendini bilen insan için Türk’tür diyemeyiz. O çağda ırk, millet, devlet kavramları yoktu fakat başka kaynaklardan da okuduğumuz üzre, M.Ö. 9000 tarihli ilk Türk Devleti, Bir Oy Bil’den bile önce var olduğu yazılan bazı topluluklar var. Ve Türk toplulukları oldukları bilgisi vardır. Net kaynak bulmakta zorlansam da, yine de bu bilgiyi yazmadan edemedim ;

“OT-OZ KABİLESİ—MÖ 25.000’ler

ON-OK HALKI—MÖ 20.000-15000

ANAU HALKLARI—MÖ 12.000 (İlk medeniyeti kuran halktır)

OGÜL-ULKUS—MÖ 9000-7000

OK-OZ—-MÖ 7000’ler(İLK OĞUZLAR)

OZ HALKI —MÖ 6000-5000(UZLAR)”

Araştırma ruhu ile sizler de, ben de bunun peşine düşeceğiz nasılsa.

Peki bunların asıl konumuz Agarta ile ne ilgisi var.. Bahsedilen tarihlere bir baktığımızda nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza. Bu son yazıma kadar yazdığım diğer yazıları da, bütün olarak gördüğümüzde ne ile karşılaşıyoruz.

***

Agarta ile temasa geçmek aslında mümkün değildir. İzin verilmez! Bunu, resmi kayıtlara da geçmiş bir olay ile açıklamak isterim; Amerikan Donanması’ndan Amiral Richard Evelyn Byrd’ın 1947 yılında yaşadığı tecrübe ile…

Amiral Byrd, o günü dakika dakika günlüğüne aktarmıştı. Kuzey Kutup görevi sırasında yaptığı, o rüya gibi uçuş! Ben özet geçeceğim ama ilgilenenler, mutlaka o sayfalarda yazılanları okumalıdır.

Her şey normal başlamıştı. Uçuş ile ilgili tüm teknik veriler, olması gerektiği gibiydi. Kutup buzulları üzerinde ilerleyen Byrd, bir süre sonra mümkün olamayacak şekilde yeşil bir vadi, nehirler ve değişik, devasa hayvanlar görmeye başladığını not aldı. Defalarca yaptığı uçuşlara rağmen, bugüne kadar görmediği dağlar üstünde uçuyordu. Bunu merkeze bildirmek üzere, telsize sarılsa da, iletişim kesilmişti. Telsizcisiyle bu inanılmaz manzaraya şahitlik ediyorlardı. Bir süre sonra uçak, kontrollerinden çıktı ve üzerinde haç/gamalı haç simgesi olan uçan araçlar eşliğinde yere indirildiler. Kendilerine korkmamaları ve üstat tarafından kabul edildiklerini söylenerek, kristallerle aydınlanan bir yeraltı tüneline doğru yönlendirildiler. Belli bir yerden sonra telsizciye izin verilmedi ve O geride kaldı. Amiral Byrd’ın ifadesine göre çok güzel 2 hostes Onu üstada götürdü. Melodik bir ses tonuyla konuşan üstat, gayet misafirper ve anlayışlıydı. Şaşkınlık içindeki amirale, onu yer altına neden davet ve kabul ettiğini detaylarıyla anlattı. İnsanlığa mesajlarını gönderdi. Her türlü negatif durumlardan, savaşlardan, yıkımlardan, dünyanın ve insanlığın sonunu getirebilecek durumlardan kaçınılması adına Byrd vasıtasıyla, yöneticilere mesajlarını iletti. Amiral bu inanılmaz tecrübesini yetkililere iletti elbet fakat değişen bir şey olmadığından, mesajların önemsenmediğini anlayabiliyoruz. Byrd ölümünden ancak bir kaç ay önce, devlet yetkililerine verdiği sözü bozdu ve insanlığa bu mesajları, günlüğünden aktardı.

Gerçekliği kesin olan bu olayda, Amiral Byrd kiminle görüşmüştür? Üstat olarak ifade ettiği kişi kimdir? Şu anki aklımızla biz bunu çok net bilemiyoruz elbette. Fakat ezoterik ve mitolojik olayları bilenler, efsanelerden haberdar olanlar, cevap için fikir yürütebiliyordur.

***

Mitolojileri, efsaneleri incelediğimizde, kutsal yüce dağları, sonsuz tünelleri, dipsiz mağaraları görüyoruz. Özellikle yabancı yazarlar kitaplarında, bu dağlardan ve içlerindeki mağaralardan, orada yaşayan bilgeler tarafından inisiye edilen ve sonra yeryüzüne gönderilen insanlardan bahsederler. Hatta öyle ki, dünyada sözü geçmiş, peşinde kitleler toplamış bazı kişilerin de, bu yeraltı merkezlerinde eğitim aldıkları iddiaları mevcuttur.

Yabancı kaynaklardan ayrı olarak bizim Yunus Emremiz de şöyle demiştir;

Ayrıca Ömer Sami Ayçiçek, 4 kitaptan oluşan bir Agarta serisi yazmıştır ve kendisinin Agartalılar ile bir şekilde iletişim kurduğunu ve kitaplarını bu sayede yazdığını iddia etmektedir. Ek olarak, “ Göz ile görünebiliyorlar ama kendilerini insanlardan gizliyorlar. Başka gezegenler ile ilişki içindeler. Yönetimleri bir “Üstatlar Meclisi” ne bırakılmış. Onlar ise gerçekten çok değerli varlıklar ve hatasız çalışıyorlar. Alabildiğine özgürler. Bedenleri bizimki ile hemen hemen aynı ama hastalıklı değil, hastalanmıyorlar ve çok uzun süre bedenlerini genç tutabiliyorlar. Bizim tarihimizi en ince noktasına kadar biliyorlar ve çok güçlü bir bilgi merkezleri var. Dünyada büyük değişim gerçekleştiğinde bizimle irtibata geçecekler ve yeni düzenin kurulmasında bize yardımcı olacaklar.” demektedir. Kendisine yöneltilen bir soru üzerine, “Ergenekon Destanı’ında gerçeklik payı vardır. Türk milletinin Agarta ile birebir bağlantısı vardır ki zaten Agarta Uygarlığı’nın tanıtımı görevi Türklere verilmiştir.” ifadelerini kullanmıştır.

Bu ifadeler, bir yazarın ifadeleridir. Sözden ötesi, kanıtlanabilirliği var mıdır diye düşünebiliriz elbette. Ve fakat, benim bu son yazıya kadar, kaynaklara dayalı vermiş olduğum veriler de eklendiğinde, zihinlerde nasıl bir algı oluşmaktadır. Amaç bir yere ulaşmak değil, düşünmektir. Belki de hatırlamaktır.!



Bugün Tibet’e bakıldığında ya da Moğolistan’a, Şambala’yı sahiplendiklerini ve hatta ticari kazanımda olduklarını görmekteyiz. Şambala isimli turistlik mekânlar olduğu gibi, aynı isimde eyalet bile bulunmaktadır.

Hatta Şambala’nın simgesi olarak görülen Tanrı Şiva, bugün tartışmaları da yanında getiren Cern’in girişinde yer almaktadır.

Oysa Agarta daima gizli kalmıştır. Her ne kadar Şambala, Agarta’nın içinde yer alıyor olsa da, her nedense kimilerince daha merak uyandıran yer olmuştur. Tibet ile ilgisini çok bilemesek de Budizm/Şiva bize bir başlangıç noktası olabilir.

Agarta kapıları da, Dünyanın pek çok yerinde merak edilmiş, aranmış, araştırılmıştır. James Churchward’un Uygur İmparatorluğu ifadesi üzerine olsa gerek, definecilerce Uygur’un o zamanlar başkenti olduğu söylenen Khara Khota şehrinin altında, Mu hazineleri aranmış ve Khara Khota Harabeleri defalarca bu şekilde ziyaret edilmiştir.

İnsanlık hâlen bu bilinmezlik üzerine kafa yormakta, fikir yürütmekte, araştırmaktadır. Ben de, büyük bir merak ve ilgiyle, bugüne kadar okumuş olduğum ilgili kitaplar, web sayfaları, röportajlar ve özellikle belirtmek isterim ki, çok değerli araştırmacı yazar dostum Gök Türk’ün büyük desteği ve bilgi paylaşımları sayesinde, bu yazı dizisini yazmaya cesaret edebildim. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.

Yazanlar olarak, okuyanlar ve araştıranlar olarak bu gizemli olayları öğrenme arzusuyla yolumuza devam edeceğiz.



Kaynaklar;

http://www.guncelmeydan.com/pano/uy

Gizli Sırlar Öğretisi – Ergün Candan

Antik Mısır Sırları – Ergün Candan

Altın Çağ – Ezgi Duran

Kayıp Kıta Mu – James Churchward

http://kutuphane.pamukkale.edu.tr/d

http://www.efsaneler.net/category/t

http://gezelimgorelimbilelim.com/20

http://derlerki.com/ataturk-kayip-k

http://www.bilinmeyenler.org/atlant

http://gokturkramu.blogspot.ro/sear

http://gizliilimler.tr.gg/Esrarengi

https://onedio.com/haber/nevsehir-d

https://www.youtube.com/watch?v=Z0P

http://www.guncelmeydan.com/pano/mu

https://www.youtube.com/watch?v=ZtO

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/t

https://www.youtube.com/watch?v=UOw

https://www.youtube.com/watch?v=E9r


Deniz E. DOĞRU

http://www.sechaber.com.tr/agarta-efsanesi-ve-kayip-kita-mu-son-bolum/

Agarta Efsanesi ve Kayıp Kıta Mu (3. Bölüm) - Seçhaber


Bir önceki yazımızda Nevşehir Peribacaları demiştik ve efsanesini anlatmıştık. Bölgeyi ziyaret edenler bilirler ki, kayalara oyulmuş yerleşim yerleri olduğu gibi, yeraltında birbirine bağlı tüneller de bulunmaktadır. Hatta Anadolu’nun diğer yerleşim yerlerindeki tünellere de bağlandığı iddiaları vardır. İşte, Derinkuyu Yeraltı Kenti bunlardan biridir.

Peki bu tüneller nereye ya da nerelere ulaşıyor?

Pek çok ülkede yeraltında, mağaralarda böyle tüneller olduğunu okumuşsunuzdur. Bu tünelleri kimler yaptı, ne zaman yaptı?

İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler, savaşı kazanıp Dünya hakimiyeti kurmak ve Alman ırkının kökenlerini bulup, üstün ırk olduklarını kanıtlamak/yaratmak hevesindeydi. Atlantis’i, daha doğrusu; Mu Kıtası’nın üstün bilimini ve pisişik güçlerini miras almış ve geliştirmiş Atlantisli bilgeleri bulmak istiyordu.


Mu’nun dünya dışı canlılar tarafından kurulmuş bir medeniyet olduğunu düşünen Hitler, 1937’de dünyanın pek çok ülkesine, uzaylılar ile ilgili araştırmalar yapması için ekipler gönderdi. Ağrı Dağı’nda, Antartika’da, Himaliyalar’daki araştırmalar Thule adında bir tarikat vasıtasıyla devam ediyordu. 1939 yılında Tibetli rahipler, ilginçtir fakat, bu araştırmacılara güvenerek, gizli bir yeraltı haritasını onlara verdi.

 Bu harita, Atlantis’i bulmak isteyen Hitler için, içi boş Dünya’yı kanıtlayan, merkezinde bir güneşin olduğu, içinde bir uygarlığın yaşadığı ve Dünya hakimiyetinin yanında, Dünya’nın içinin de hakimiyetini getirecek haritaydı. Yani Agarta {Asgard} haritası.. Atlantis, Mu Kıtası battıktan sonra kurtulan bazı grupların kolonileştiği ve ilimlerini geliştirdikleri bir uygarlık oldu. Güçlü psişik yetenekleri olan Atlantislilerden bir grup, zaman içinde Mu’dan miras kalan bu yeteneklerini kötü niyetle kullanmaya başladı. Kötü majiler öyle güçlü idi ki, Mu’nun mirasını pozitif kullanan bilgelerle çıkan çatışmalarda üstün geldi ve kıtanın temellerini dâhi temelden sarstı. Güçlü zelzeleler, volkan patlamaları ile, tıpkı Mu gibi battı. Tarih tekerrür etmişti ve bir yok oluş yaşanmıştı. Yine benzer şekilde diğer kıtalara göçler oldu fakat büyük oranda yeraltına geçiş yaşandı. Kaynaklar bu şekilde ifade etmektedir. Kıta göçlerinde ilk akla gelen yine K.Afrika’dır ki, Antik Mısır’ın insan üstü gelişimine katkı yaptığı yazılmaktadır. Atlantisli iki bilge; Thot ve Osiris, Mısır’a gelmişler ve kadim sırları burada muhafaza etmişler, sonrasında da dinlerin doğmasına vesile olmuşlardır. Bu bilgiyi aldığımız kaynaklar, dünya üzerindeki mitoloji ve birçok dinin bu sırlar temelinde ortaya çıktığını söylemektedir. Bizler Thot ve Osiris isimlerine yabancı değiliz aslında. Araştırmacı yazar Gök Türk’ün, benim de bir çırpıda, heyecan ile okuduğum 2 harika kitabında, Güneş sistemimizin, henüz açıklanmayan 12.gezegeni Nibiru’dan Dünyamıza gelen astronotlar olarak verilmiştir. İlk tanışmamız aslında bu şekildedir. Bunu nereden biliyoruz; kadim Sümer Tabletlerinden. Bu kitapları okuduğunuzda, dünya algınızın değişeceğini düşünüyorum. İsim farklılıkları ile benzer bilgiler, Hint ve Tibet kaynaklarında da mevcuttur. Atlantisli bilgeler, kadim sırları bu bölgelerde de muhafaza edilmiş ve kötü ellerden saklanmıştır. O zamanın sırlarından bazıları, günümüz tarihinin araştırmacıları, yazarları, arkeologları vasıtasıyla bizlere ulaştırılabilmiştir. Örneğin, çöl olarak bildiğimiz Gobi, bir zamanlar büyük bir denizdi. Ak Ada isminde bir adası vardı ve gökten inenler bu adaya gelmişler, yeraltı galerileriyle adayı karaya bağlamışlardı. Bu bilgi bana görsel olarak, Platon’un Kritias adlı eserinde betimlediği Atlantis Uygarlığı’nı hatırlattı. Platon’un bu eseri, Atlantis’in mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilen tek yazılı kayıttır. Diyaloglar Sokrates, Hermocrates, Timaeus ve Critias arasında geçen konuşmalar şeklindedir. Timaeus ve Critias, Sokrates’in ideal toplumlar hakkında yapmış olduğu bir konuşmaya “hayal ürünü olmayan gerçek bir hikaye” ile katılmaya karar verirler. Hikâye Platon’un 9000 yıl öncesinde antik Atina ve Atlantis arasındaki savaş hakkındadır. Atlantis’in hikayesi Solon’a, Mısırlı rahipler tarafından aktarılmıştır. Solon, hikayeyi Dropes’e yani Ciritias’in büyük büyük babasına aktarmıştır. Bu hikaye Atlantis uygarlığının bir hayal ürünü olmayıp gerçek olduğunun bir kanıtıdır. Atlantis’in adeta yuvarlak bir labirent şeklindeki çizimi, elbette akla yine bir başka görseli getirmektedir; “Köylü milletin efendisidir” diyen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet Köyü Projesi.. Atatürk bu projesiyle, çağdaş ve çevreci bir köy yaratma arzusundaydı. Proje hayata geçirildiğinde; aşiret, tarikat eksenli feodal yapıyı yok ederek, kalkınmayı ve aydınlanmayı tabandan, yani köyden başlatacaktı. Bu inanç ile bazı pilot köylerde uygulama başlamış fakat hem ekonomik nedenler hem de, Atatürk’ün hastalığının ağırlaşması sebebiyle sekteye uğramış, daha sonrasında tamamen unutulmuş bir projedir. Ancak yıllar sonra Ecevit, benzer amaç ile Köykent Projesini hayata geçirebilmiş ve 9 köyü bu kapsamda birleştirmiştir. Hâlen günümüzde, Aydın Atça ilçesi bu projeyi uygulayan bir yerleşim yeridir. Hemen hemen aynı tabloyu, endüstriyel tasarımcı, sosyal mühendis, fütürist Jacque Fresco’nun Venüs Projesi’nde de görüyoruz. Aslına bakılırsa bu çizim, Dünya’nın pek çok ülkesinde mevcut. Farklı tarihlerde İtalya, İngiltere, ABD, Hindistan, Mısır, Suriye, Yunanistan, İspanya, İskandinavya’da kazılarda, buluntularda bu sembolle karşılaşılmıştır. Bu çizimlerin çok daha öncesinde çizilmiş, bir çizim daha var ki, beni çok heyecanlandırmıştır. Bu çizim, kadim Türk Tarihinin önemli mekânlarından Kırgızistan’daki Tanrı Dağları’nın kollarından biri olan, Aladağlar’da bulunan kaya resimleri alanı { Fergana Vadisi} Saymalıtaş’ta bulunmaktadır. Pek çok muhteşem sembolden biri olan bu labirent, burada da karşımıza çıkıyor. Peki ama neden? Birbirinden bağımsız zamanlarda, birbirlerinden habersiz yaşamış bu insanlar, nasıl oluyor da aynı şemayı bize işaret ediyor. 

Kolektif bilinç iş başında mıdır? Bize nasıl bir mesaj veriyorlar? Peki bizim ülkemizde bu sembol, bu hâliyle yer bulmuş mudur? Bana kalırsa en büyük örneği, 12 bin yıl önce yapılmış olan Göbeklitepe’dir. Dünya tarihini değiştirecek, müthiş bir buluş olarak görülen,Göbeklitepe, tüm sırlarıyla karşımıza çıkmıştır. Umuyorum ki bir başka yazıda detaylı bahsedebilelim Göbeklitepe’den ve hatta diğer tüm megalitlerden. Şimdi biz, yazının başında bahsettiğimiz Hitler ve Atlantis’e geri dönelim. Naziler, Dünya hakimiyeti için gereken üstün teknolojiyi Tibetli rahipler sayesinde keşfettiler. Son derece hızlı uçan araçlar ve savaş gereçleri ürettiler. Ayrıca Almanlar, Tibetli rahiplerden aldıkları Agarta Haritası dışında, 1 haritaya daha sahipti; Piri Reis Haritası.. Türk amiral Piri Reis tarafından çizilmiş olan bu haritada, Antartika’nın kuzey sahilleri de çizilmişti. Oysa haritanın çizildiği tarih, Antartika’nın keşfinden 300 yıl önceydi. Antartika’nın sahillerindeki buz katmanları da belirtilmemiş, sahil çizgileri verilmişti. Demek oluyor ki harita, Antartika sahilleri buzlarla kaplanmadan önce çizilmişti. Naziler, elde ettikleri veriler ile dünyanın içine, her iki kutuptan da ulaşılabileceğini düşünmüşler ve iddia edildiğine göre girişi de bulmuşlardı. 2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika ve Sovyetlerin eline geçen belgelerden anlaşıldığı üzere; Naziler, Agarta yöneticileri ile temas kurabilmişti... (Öne çıkan görsel: Abstract Allusion) *Yazının her türlü hakkı saklıdır.



Deniz E. DOĞRU

http://www.sechaber.com.tr/agarta-efsanesi-ve-kayip-kita-mu-3-bolum/

Agarta Efsanesi ve Kayıp Kıta Mu (2. Bölüm) - Sechaber




Birinci bölümde, Kayıp/Batık kıta Mu üzerine araştırmalar yapan Tahsin Mayatepek ve raporlarından söz etmiştim. Ve ek olarak, bu raporları okuyan, gerekli gördüğü sayfalarda notlar alan Atatürk’ten…

Atatürk’ün vefatından hemen önce edinilen bu bilgiler, raporlar, daktilo edilmiş kitap notları, halen Anıtkabir arşivlerinde mevcuttur. Anıtkabir ziyaretlerinizde bu belgeleri görebilirsiniz. Ama ben yine de ilgili herkes için bir kaç notu burada paylaşmak istiyorum.

1945 yılında Tahsin Mayatepek, Türk Dil Kurumu’na bu raporlar’ı teslim etmiştir. El yazısı ile yazılmış şu açıklama görülmektedir;

“ Bu bâbdaki müşahedâtımı (konu ile ilgili gözlemlerimi), birçok fotoğraflarla birlikte ebedî şefimiz Atatürk’e göndermiştim. Amerika’dan Ankara’ya 1938 yılında avdet ettikten sonra, Meksiko’da bunca göz nuru ve zihin sarfıyle bilhassa Meksika’da dil ve tarihimizin izleri hakkında yaptığımız araştırmaların bir gün ziyaa uğraması (kaybolması) ihtimalinden dolayı endişe etmekte olduğumu gören Türk Dil Kurumu’nun sayın üyeleri buna meydan vermemek için tetkikatımı (bu incelemelerimi) bastırmağa karar vermek lûtfunda bulundular. Burada kendilerine ayrı ayrı minnet ve şükranlarımı sunarım.


İşbu nâçiz eserim, bervech-i âti (aşağıda olduğu gibi) 2 kısmı ihtiva etmektedir:

Birinci kısım: Amerika’daki yerli kabilelerden bazılarının dillerinde bulduğum Türkçe sözleri ve bir de Meksiko’ya ticaret ve sâir (diğer) maksatlarla İspanya’dan gelip yerleşmiş olan Basklar’ın dillerinde bulduğum yüzden fazla Türkçe sözleri ve Bask diliyle Türk dili arasındaki müşterek hususiyetleri ihtiva etmektedir.

İkinci kısım: Şimalî (Kuzey), Orta ve Cenubî (Güney) Amerika kıtalarında bulduğum üç yüz kadar Türkçe coğrafî isimleri ihtiva etmektedir. Ankara – 30 Nisan 1945
{Tahsin Mayatepek, “Rapor -1-”, Türk Dil Kurumu Arşivi, Nu:57, s.IV }

Ek olarak, bu çevirilerde/raporlarda bazı kelimelerin altı, Atatürk tarafından çizilmiş ve bazı notlar da, el yazısı ile yazılmıştır;

“Mu Kıtâsı’nın mukaddes esrarlı yazılarından alınma Naakal tabletleri, Naga sembol ve harfleriyle yazılmıştır. Menkabelerin söylediğine göre ana vatanda yazılmış, ilk defa olarak Burma ve sonra Hindistan’a getirilmiştir.

Ekseriyetle daha şimalde yahut Uygur işaret ve harfleriyle yazılmıştır. İki kısımda da hakikat olan, yazının ana vatan, Mu alfabesiyle olmasıdır.

Bütün kaynaklar, bundan elli bin yıl önce 64 milyon nüfusu barındıran bu acayip memleketin o zaman, bugün medeniyetimizden daha yüksek bir medeniyete sahip olduğunu söylemektedir. Bunlar, anlattıkları başka şeylerin yanında, esrarengiz Mu topraklarında ilk insanın yaradılışını da hikâye etmektedirler.

Tetkiklerime devam ederek kaybolmuş olan bu kıtânın, Hawai’nin şimalinde bir noktadan Fiji ve Easter adasının cenubuna kadar uzandığını insanların orijinal vatanı olduğunu keşfettim. Öğrendim ki bu güzel memlekette bütün dünyayı sömürgeleştiren (kolonize eden) bir millet yaşamış ve bu toprak bundan on iki bin sene önce dehşetli zelzelelerle çökmüş ve ateşle su arasında batıp gitmiştir.” {“Mu Kıtası” ( Kaybolmuş Mu Kıtası), Anıtkabir arşivi, Nu: 1485, “Churcward, James (1852-1936): Kaybolmuş Mu }

Anlaşılacağı üzere, Atatürk Mu Kıtası ile ilgili derin araştırmalar yapmıştı. Fakat hastalığının ağırlaşması nedeniyle, araştırmalar durmuş ya da ertelenmiş olmalı. Kezâ günümüze ulaşan yeni bilgiler bulunmamaktadır. Aksine günümüzde, yurt dışında fazlasıyla yer bulan, ilgiyle araştırılan Mu Kıtası, Agarta- Şambala, bizim ülkemizde ütopik ya da yasak görülmektedir.

Kaynak arayışım sırasında, bazı kitapçılar/sahaflar, Agarta kelimesini dâhi duymamış olduklarını söylediler. Sorduğum kitaplar arşivlerinde yoktu. Aynı durum internet siteleri için de geçerli çoğu kez. Peki neden? Toplum olarak mitlerden, efsanelerden hoşlanmıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Her ne kadar, Agarta’nın bir efsane olduğu iddiasıyla yola çıkmış olsak da, atalarımızın on yıllarca, yüzyıllarca anlatmış oldukları efsaneler, sadece birer efsane olarak mı değerlendirilmelidir? Oysa bu konu ile ilgilenen bazı yabancı kaynaklarda, bizim mitlerimiz, efsanelerimiz referans alınmıştır.

Kadim Türk Tarihi’nde efsanelerin, mitlerin yeri çok değerlidir ve sembolleştirme kullanılmıştır. Şahmaran Efsanesi, Yada Taşı Efsanesi, Ergenekon Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Türeyiş Destanları, Tufan Efsanesi, Peribacaları’nın Efsanesi, Uygur Göç Efsanesi ve daha pek çoğu…

Türk Mitolojisi’nde geçen sembolleri 13 ana başlıkta değerlendirebiliriz:

1-) Gök Tanrı

2-) Gök Kurt

3-) Mağara ve kutsal dağlar

4-) Demir, demirci ve Ergenekon

5-) Gökyüzünden yeryüzüne inen ışıklar

6-) Rüyalar

7-) Ağaçlar

8-) Irmaklar

9-) Ok ve yay

10-) Kırklar

11-) Canavarlarla mücadele

12-) Baba öldürme

13-) Ateş, Güneş ve Ay

Arzu eden herkes, efsanelerimizi tekrar okuyup, tekrar değerlendirebilir. Şimdi bir tanesini kısaca aktaralım örneğin;

Kapadokya Peribacaları’nın Efsanesi

“Efsaneye göre;

Zamanın birinde dünyada başları yüksek dağlara denk olan korkunç devler yaşarmış. İnsanlar bu devlerden çok korkar ve onları kızdırmamaya dikkat edermiş. Belli dönemlerde de bu dağların zirvesindeki sunaklarda toplanıp devler hiç kimseye zarar vermesin diye dualar ederlermiş. Yine de bazen bu devler insanlara kızarmış ve kızdıkları zaman da oturdukları dağların tepesinden insanların üzerine korkunç gürültülerle ateş dalgalarını gönderirlermiş…

Günlerden bir gün periler ülkesinin padişahının yolu bu insanların ülkesi olan Kapadokya’ya düşmüş. Peri padişahı insanlar için çok üzülmüş ve onlara yardım etmeye karar vermiş. Tüm perileri çağırmış hemen.
Perilere; Eğer biz zalim devlerin yaşadığı dağların ateşini söndürebilirsek devler de yerin altına kaçar ve insanları bir daha rahatsız etmezler. Binlerce peri ellerinde kar ve buz tanelerini fokurdayan ateşe atmaya başlamışlar. Hiç durmadan günlerce ateşi kara ve buza boğup söndürmeyi başarmışlar.

Sonunda devler korkup yerin derinliklerine kaçıp saklanmak zorunda kalmışlar. O günden sonra insanlar ve periler arasında çok sıkı bir dostluk oluşmuş. Bu dostluk uzun yıllar devam etmiş. İnsanlar kayalara oydukları mağaralarda yaşarken periler de sivri kayaların üzerlerindeki küçük odacıklarda yaşamışlar.”

Bu yazı dizisinin amacına uygun olarak, benim en çok üzerinde durmak istediğim sembol; mağaralar ve dağlardır,çünkü Türklerle ilgili yaratılış ve türeyiş destanlarında mağara ve dağ motifleri belirgin şekilde kullanılır…Yazı dizimizin devamında bunlarla ilgili detaylı bilgileri sizlerle paylaşacağız…



Deniz E. DOĞRU

http://www.sechaber.com.tr/agarta-efsanesi-ve-kayip-kita-mu-2-bolum/

Agarta Efsanesi ve Kayıp Kıta MU (1. Bölüm) - Seçhaber




Agarta, Agade, Asgard, Agarti ve belki de daha fazlası, bizi var olduğu iddia edilen, gizemli ve gelişmiş o yeraltı medeniyetine götürmektedir.

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, Türk kültür ve tarihinin kökenlerini ortaya çıkarmak için araştırmalar yapmıştır. Türk araştırmacıların yanında, ülkemize davet edilen birçok yabancı araştırmacının da katkısıyla elde edilen, zengin bilgiler ışığında, 1930’da Türk Tarih Kurumu kurulmuştur.

Araştırmalar devam ederken, 1932 yılında E. General Hasan Tahsin Mayatepek, Atatürk’ü ziyareti sırasında, Maya dili ve Türkçe arasındaki benzerliklerden bahseder. Konuyla ilgilenen Atatürk, hiç düşünmeden derhal, Hasan Tahsin Mayatepek’i Meksika’ya elçi olarak atar. Meksika’da araştırmalarına devam eden Mayatepek, Amerikalı arkeolog William Niven’ın bulduğu tabletleri inceler ve birçok bilgi edinir. Türklerin kökenini bulmak için çıkılan yolda karşılaşılan Maya Tabletleri, onu bir hayli şaşırtır. Çünkü tabletler, kökenin günümüzden elli bin yıl önce Büyük Okyanus’ta var olmuş, Kayıp/Batık Kıta Mu’yu {Güneş İmparatorluğu} işaret etmektedir.

Gerçekten de Türklerin ataları; bilim ve teknikte gelişmiş, Altın Çağ olarak adlandırılan dönemi de yaşamış, medeniyetin Dünya üzerinde ilk başladığı, bu kayıp kıtadan mı geliyordu?
Heyecan ve merakla devam eden araştırmalar, bu kez karşısına, yaklaşık 50 yıldır Mu Kıtası üzerine araştırmalar yapan, İngiliz tarihçi yazar Albay James Churchward’ın Hindistan’da bulduğu tabletleri çıkarmıştır.Bu sırada Mayatepek’in, edindiği tüm bilgileri rapor ettiği Atatürk, kalabalık bir çevirmen ekibi vasıtasıyla, Churchward’ın tablet bilgisi içeren kitaplarını, Türkçe’ye çevrilmesini sağlar. Kendisi de çok kısa sürede, tümünü okur ve gerekli bulduğu yerlerin altını çizip, kimi yerlerin de yanına not düşer. Bu notların birinde Mu’nun batışı sırasında, Mu halkının “Ra Mu, bizi kurtar” diye yalvarmalarını işaretler ve “Demek ki Ra Mu, bir ilahtır!” notunu yazar.

İlginç değil mi? Bizler Ra Mu’yu nereden biliyoruz, Mısır Güneş Tanrısı’ndan… Öyleyse Mu battığında, kurtulabilen bazı grupların, Orta Asya’ya, bazılarının Mısır’a/K.Afrika’ya yerleştiklerini söyleyebiliriz. Bunun yanında tablet bilgilerinden de öğrendiğimiz üzere, felaketler sonucu batan Mu Kıtası’nın Halkı, Orta Asya, Hindistan ve Meksika ağırlıklı yayılarak kolonileşmiştir. Sonrasında ise, imparatorluğa dönüştürdükleri iki önemli devlet olmuştur; Atlantis ve Uygur…

Günümüzde Mısır, Yunanistan, Çin, Hindistan ve elbette Maya uygarlıkları adlarıyla bilinen uygarlıkların kökeninde, Mu Uygarlığı vardır. James Churchward bu şekilde açıklamaktadır.

Tümüyle heyecan verici bu bilgiler içinde, bir Türk olarak, elbette beni en çok heyecanlandıran, Büyük Uygur İmparatorluğu bilgisidir. Mu’nun çocukları Uygurlar..

Kayıp Kıta Mu yazı dizimiz, 1932 yılından itibaren Türk Tarih Tezi ile tarihimizin kayıp parçalarının peşine düşen Mustafa Kemal Atatürk’ün Mu Kıtası araştırması, Türk tarihinin seyrini değiştiren Uygur Türklerinin detaylı anlatımı, Atlantis ve Agarta Efsanesi ile devam edecek…



Deniz E. DOĞRU

http://www.sechaber.com.tr/agarta-efsanesi-ve-kayip-kita-mu-1-bolum/


04.06.2017 Antalya Eğitimi - İnnema Yaşam ve Gelişim Merkezi






Sezonun son Antalya Eğitimi için 4 Haziranda Antalya'daydık.
Konularımız:
- Anunnakilerle en belirgin temas yöntemi “Rüyalarımız” Kadim bilgilerdeki rüyalar, görümler, vizyonlar ve anlamları
- Diziler ve filmlerle insanlık yeni düzene nasıl alıştırılıyor? Hangi filmler ya da dizileri izlemeli? Bu diziler bize yol gösterir mi? Yoksa uzak mı durmalıyız?
- Dünyayı kimler, nasıl yönetiyor? İnsanları yöneten klanların 4000 yıllık bitmeyen mücadelesi, bu konuda tarihe adını yazdırmış tarihe yön veren kişilerin ilginç bugüne kadar gözden kaçmış açıklamaları...
- Sümer tabletlerine göre Kader ile Kısmet aynı anlamamı gelir?
- İnsanlık nasıl bu kadar hızla gelişti?
- Modern insanın açıklanamayan tarihi ve bilemediğimiz açıklanamayan müdahaleler?
- Enok’un Kitabından Anunnakilere ulaşmak. Pek çok incelemeye konu olan Enok’un Kitabını ve şifrelerini teknolojik açıdan bakabilir miyiz? Gelecekte Dünya'yı ne bekliyor?

28.05.2017 İzmir Eğitimi - Mutlu Yaşam Merkezi