Bir önceki yazımızda Nevşehir Peribacaları demiştik ve efsanesini anlatmıştık. Bölgeyi ziyaret edenler bilirler ki, kayalara oyulmuş yerleşim yerleri olduğu gibi, yeraltında birbirine bağlı tüneller de bulunmaktadır. Hatta Anadolu’nun diğer yerleşim yerlerindeki tünellere de bağlandığı iddiaları vardır. İşte, Derinkuyu Yeraltı Kenti bunlardan biridir.
Peki bu tüneller nereye ya da nerelere ulaşıyor?
Pek çok ülkede yeraltında, mağaralarda böyle tüneller olduğunu okumuşsunuzdur. Bu tünelleri kimler yaptı, ne zaman yaptı?
İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler, savaşı kazanıp Dünya hakimiyeti kurmak ve Alman ırkının kökenlerini bulup, üstün ırk olduklarını kanıtlamak/yaratmak hevesindeydi. Atlantis’i, daha doğrusu; Mu Kıtası’nın üstün bilimini ve pisişik güçlerini miras almış ve geliştirmiş Atlantisli bilgeleri bulmak istiyordu.
Mu’nun dünya dışı canlılar tarafından kurulmuş bir medeniyet olduğunu düşünen Hitler, 1937’de dünyanın pek çok ülkesine, uzaylılar ile ilgili araştırmalar yapması için ekipler gönderdi. Ağrı Dağı’nda, Antartika’da, Himaliyalar’daki araştırmalar Thule adında bir tarikat vasıtasıyla devam ediyordu. 1939 yılında Tibetli rahipler, ilginçtir fakat, bu araştırmacılara güvenerek, gizli bir yeraltı haritasını onlara verdi.
Bu harita, Atlantis’i bulmak isteyen Hitler için, içi boş Dünya’yı kanıtlayan, merkezinde bir güneşin olduğu, içinde bir uygarlığın yaşadığı ve Dünya hakimiyetinin yanında, Dünya’nın içinin de hakimiyetini getirecek haritaydı. Yani Agarta {Asgard} haritası.. Atlantis, Mu Kıtası battıktan sonra kurtulan bazı grupların kolonileştiği ve ilimlerini geliştirdikleri bir uygarlık oldu. Güçlü psişik yetenekleri olan Atlantislilerden bir grup, zaman içinde Mu’dan miras kalan bu yeteneklerini kötü niyetle kullanmaya başladı. Kötü majiler öyle güçlü idi ki, Mu’nun mirasını pozitif kullanan bilgelerle çıkan çatışmalarda üstün geldi ve kıtanın temellerini dâhi temelden sarstı. Güçlü zelzeleler, volkan patlamaları ile, tıpkı Mu gibi battı. Tarih tekerrür etmişti ve bir yok oluş yaşanmıştı. Yine benzer şekilde diğer kıtalara göçler oldu fakat büyük oranda yeraltına geçiş yaşandı. Kaynaklar bu şekilde ifade etmektedir. Kıta göçlerinde ilk akla gelen yine K.Afrika’dır ki, Antik Mısır’ın insan üstü gelişimine katkı yaptığı yazılmaktadır. Atlantisli iki bilge; Thot ve Osiris, Mısır’a gelmişler ve kadim sırları burada muhafaza etmişler, sonrasında da dinlerin doğmasına vesile olmuşlardır. Bu bilgiyi aldığımız kaynaklar, dünya üzerindeki mitoloji ve birçok dinin bu sırlar temelinde ortaya çıktığını söylemektedir. Bizler Thot ve Osiris isimlerine yabancı değiliz aslında. Araştırmacı yazar Gök Türk’ün, benim de bir çırpıda, heyecan ile okuduğum 2 harika kitabında, Güneş sistemimizin, henüz açıklanmayan 12.gezegeni Nibiru’dan Dünyamıza gelen astronotlar olarak verilmiştir. İlk tanışmamız aslında bu şekildedir. Bunu nereden biliyoruz; kadim Sümer Tabletlerinden. Bu kitapları okuduğunuzda, dünya algınızın değişeceğini düşünüyorum. İsim farklılıkları ile benzer bilgiler, Hint ve Tibet kaynaklarında da mevcuttur. Atlantisli bilgeler, kadim sırları bu bölgelerde de muhafaza edilmiş ve kötü ellerden saklanmıştır. O zamanın sırlarından bazıları, günümüz tarihinin araştırmacıları, yazarları, arkeologları vasıtasıyla bizlere ulaştırılabilmiştir. Örneğin, çöl olarak bildiğimiz Gobi, bir zamanlar büyük bir denizdi. Ak Ada isminde bir adası vardı ve gökten inenler bu adaya gelmişler, yeraltı galerileriyle adayı karaya bağlamışlardı. Bu bilgi bana görsel olarak, Platon’un Kritias adlı eserinde betimlediği Atlantis Uygarlığı’nı hatırlattı. Platon’un bu eseri, Atlantis’in mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilen tek yazılı kayıttır. Diyaloglar Sokrates, Hermocrates, Timaeus ve Critias arasında geçen konuşmalar şeklindedir. Timaeus ve Critias, Sokrates’in ideal toplumlar hakkında yapmış olduğu bir konuşmaya “hayal ürünü olmayan gerçek bir hikaye” ile katılmaya karar verirler. Hikâye Platon’un 9000 yıl öncesinde antik Atina ve Atlantis arasındaki savaş hakkındadır. Atlantis’in hikayesi Solon’a, Mısırlı rahipler tarafından aktarılmıştır. Solon, hikayeyi Dropes’e yani Ciritias’in büyük büyük babasına aktarmıştır. Bu hikaye Atlantis uygarlığının bir hayal ürünü olmayıp gerçek olduğunun bir kanıtıdır. Atlantis’in adeta yuvarlak bir labirent şeklindeki çizimi, elbette akla yine bir başka görseli getirmektedir; “Köylü milletin efendisidir” diyen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet Köyü Projesi.. Atatürk bu projesiyle, çağdaş ve çevreci bir köy yaratma arzusundaydı. Proje hayata geçirildiğinde; aşiret, tarikat eksenli feodal yapıyı yok ederek, kalkınmayı ve aydınlanmayı tabandan, yani köyden başlatacaktı. Bu inanç ile bazı pilot köylerde uygulama başlamış fakat hem ekonomik nedenler hem de, Atatürk’ün hastalığının ağırlaşması sebebiyle sekteye uğramış, daha sonrasında tamamen unutulmuş bir projedir. Ancak yıllar sonra Ecevit, benzer amaç ile Köykent Projesini hayata geçirebilmiş ve 9 köyü bu kapsamda birleştirmiştir. Hâlen günümüzde, Aydın Atça ilçesi bu projeyi uygulayan bir yerleşim yeridir. Hemen hemen aynı tabloyu, endüstriyel tasarımcı, sosyal mühendis, fütürist Jacque Fresco’nun Venüs Projesi’nde de görüyoruz. Aslına bakılırsa bu çizim, Dünya’nın pek çok ülkesinde mevcut. Farklı tarihlerde İtalya, İngiltere, ABD, Hindistan, Mısır, Suriye, Yunanistan, İspanya, İskandinavya’da kazılarda, buluntularda bu sembolle karşılaşılmıştır. Bu çizimlerin çok daha öncesinde çizilmiş, bir çizim daha var ki, beni çok heyecanlandırmıştır. Bu çizim, kadim Türk Tarihinin önemli mekânlarından Kırgızistan’daki Tanrı Dağları’nın kollarından biri olan, Aladağlar’da bulunan kaya resimleri alanı { Fergana Vadisi} Saymalıtaş’ta bulunmaktadır. Pek çok muhteşem sembolden biri olan bu labirent, burada da karşımıza çıkıyor. Peki ama neden? Birbirinden bağımsız zamanlarda, birbirlerinden habersiz yaşamış bu insanlar, nasıl oluyor da aynı şemayı bize işaret ediyor.
Kolektif bilinç iş başında mıdır? Bize nasıl bir mesaj veriyorlar? Peki bizim ülkemizde bu sembol, bu hâliyle yer bulmuş mudur? Bana kalırsa en büyük örneği, 12 bin yıl önce yapılmış olan Göbeklitepe’dir. Dünya tarihini değiştirecek, müthiş bir buluş olarak görülen,Göbeklitepe, tüm sırlarıyla karşımıza çıkmıştır. Umuyorum ki bir başka yazıda detaylı bahsedebilelim Göbeklitepe’den ve hatta diğer tüm megalitlerden. Şimdi biz, yazının başında bahsettiğimiz Hitler ve Atlantis’e geri dönelim. Naziler, Dünya hakimiyeti için gereken üstün teknolojiyi Tibetli rahipler sayesinde keşfettiler. Son derece hızlı uçan araçlar ve savaş gereçleri ürettiler. Ayrıca Almanlar, Tibetli rahiplerden aldıkları Agarta Haritası dışında, 1 haritaya daha sahipti; Piri Reis Haritası.. Türk amiral Piri Reis tarafından çizilmiş olan bu haritada, Antartika’nın kuzey sahilleri de çizilmişti. Oysa haritanın çizildiği tarih, Antartika’nın keşfinden 300 yıl önceydi. Antartika’nın sahillerindeki buz katmanları da belirtilmemiş, sahil çizgileri verilmişti. Demek oluyor ki harita, Antartika sahilleri buzlarla kaplanmadan önce çizilmişti. Naziler, elde ettikleri veriler ile dünyanın içine, her iki kutuptan da ulaşılabileceğini düşünmüşler ve iddia edildiğine göre girişi de bulmuşlardı. 2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika ve Sovyetlerin eline geçen belgelerden anlaşıldığı üzere; Naziler, Agarta yöneticileri ile temas kurabilmişti... (Öne çıkan görsel: Abstract Allusion) *Yazının her türlü hakkı saklıdır.
Deniz E. DOĞRU
http://www.sechaber.com.tr/agarta-efsanesi-ve-kayip-kita-mu-3-bolum/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder