3 Haziran 2017 Cumartesi

Agarta Efsanesi ve Kayıp Kıta Mu (2. Bölüm) - Sechaber




Birinci bölümde, Kayıp/Batık kıta Mu üzerine araştırmalar yapan Tahsin Mayatepek ve raporlarından söz etmiştim. Ve ek olarak, bu raporları okuyan, gerekli gördüğü sayfalarda notlar alan Atatürk’ten…

Atatürk’ün vefatından hemen önce edinilen bu bilgiler, raporlar, daktilo edilmiş kitap notları, halen Anıtkabir arşivlerinde mevcuttur. Anıtkabir ziyaretlerinizde bu belgeleri görebilirsiniz. Ama ben yine de ilgili herkes için bir kaç notu burada paylaşmak istiyorum.

1945 yılında Tahsin Mayatepek, Türk Dil Kurumu’na bu raporlar’ı teslim etmiştir. El yazısı ile yazılmış şu açıklama görülmektedir;

“ Bu bâbdaki müşahedâtımı (konu ile ilgili gözlemlerimi), birçok fotoğraflarla birlikte ebedî şefimiz Atatürk’e göndermiştim. Amerika’dan Ankara’ya 1938 yılında avdet ettikten sonra, Meksiko’da bunca göz nuru ve zihin sarfıyle bilhassa Meksika’da dil ve tarihimizin izleri hakkında yaptığımız araştırmaların bir gün ziyaa uğraması (kaybolması) ihtimalinden dolayı endişe etmekte olduğumu gören Türk Dil Kurumu’nun sayın üyeleri buna meydan vermemek için tetkikatımı (bu incelemelerimi) bastırmağa karar vermek lûtfunda bulundular. Burada kendilerine ayrı ayrı minnet ve şükranlarımı sunarım.


İşbu nâçiz eserim, bervech-i âti (aşağıda olduğu gibi) 2 kısmı ihtiva etmektedir:

Birinci kısım: Amerika’daki yerli kabilelerden bazılarının dillerinde bulduğum Türkçe sözleri ve bir de Meksiko’ya ticaret ve sâir (diğer) maksatlarla İspanya’dan gelip yerleşmiş olan Basklar’ın dillerinde bulduğum yüzden fazla Türkçe sözleri ve Bask diliyle Türk dili arasındaki müşterek hususiyetleri ihtiva etmektedir.

İkinci kısım: Şimalî (Kuzey), Orta ve Cenubî (Güney) Amerika kıtalarında bulduğum üç yüz kadar Türkçe coğrafî isimleri ihtiva etmektedir. Ankara – 30 Nisan 1945
{Tahsin Mayatepek, “Rapor -1-”, Türk Dil Kurumu Arşivi, Nu:57, s.IV }

Ek olarak, bu çevirilerde/raporlarda bazı kelimelerin altı, Atatürk tarafından çizilmiş ve bazı notlar da, el yazısı ile yazılmıştır;

“Mu Kıtâsı’nın mukaddes esrarlı yazılarından alınma Naakal tabletleri, Naga sembol ve harfleriyle yazılmıştır. Menkabelerin söylediğine göre ana vatanda yazılmış, ilk defa olarak Burma ve sonra Hindistan’a getirilmiştir.

Ekseriyetle daha şimalde yahut Uygur işaret ve harfleriyle yazılmıştır. İki kısımda da hakikat olan, yazının ana vatan, Mu alfabesiyle olmasıdır.

Bütün kaynaklar, bundan elli bin yıl önce 64 milyon nüfusu barındıran bu acayip memleketin o zaman, bugün medeniyetimizden daha yüksek bir medeniyete sahip olduğunu söylemektedir. Bunlar, anlattıkları başka şeylerin yanında, esrarengiz Mu topraklarında ilk insanın yaradılışını da hikâye etmektedirler.

Tetkiklerime devam ederek kaybolmuş olan bu kıtânın, Hawai’nin şimalinde bir noktadan Fiji ve Easter adasının cenubuna kadar uzandığını insanların orijinal vatanı olduğunu keşfettim. Öğrendim ki bu güzel memlekette bütün dünyayı sömürgeleştiren (kolonize eden) bir millet yaşamış ve bu toprak bundan on iki bin sene önce dehşetli zelzelelerle çökmüş ve ateşle su arasında batıp gitmiştir.” {“Mu Kıtası” ( Kaybolmuş Mu Kıtası), Anıtkabir arşivi, Nu: 1485, “Churcward, James (1852-1936): Kaybolmuş Mu }

Anlaşılacağı üzere, Atatürk Mu Kıtası ile ilgili derin araştırmalar yapmıştı. Fakat hastalığının ağırlaşması nedeniyle, araştırmalar durmuş ya da ertelenmiş olmalı. Kezâ günümüze ulaşan yeni bilgiler bulunmamaktadır. Aksine günümüzde, yurt dışında fazlasıyla yer bulan, ilgiyle araştırılan Mu Kıtası, Agarta- Şambala, bizim ülkemizde ütopik ya da yasak görülmektedir.

Kaynak arayışım sırasında, bazı kitapçılar/sahaflar, Agarta kelimesini dâhi duymamış olduklarını söylediler. Sorduğum kitaplar arşivlerinde yoktu. Aynı durum internet siteleri için de geçerli çoğu kez. Peki neden? Toplum olarak mitlerden, efsanelerden hoşlanmıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Her ne kadar, Agarta’nın bir efsane olduğu iddiasıyla yola çıkmış olsak da, atalarımızın on yıllarca, yüzyıllarca anlatmış oldukları efsaneler, sadece birer efsane olarak mı değerlendirilmelidir? Oysa bu konu ile ilgilenen bazı yabancı kaynaklarda, bizim mitlerimiz, efsanelerimiz referans alınmıştır.

Kadim Türk Tarihi’nde efsanelerin, mitlerin yeri çok değerlidir ve sembolleştirme kullanılmıştır. Şahmaran Efsanesi, Yada Taşı Efsanesi, Ergenekon Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Türeyiş Destanları, Tufan Efsanesi, Peribacaları’nın Efsanesi, Uygur Göç Efsanesi ve daha pek çoğu…

Türk Mitolojisi’nde geçen sembolleri 13 ana başlıkta değerlendirebiliriz:

1-) Gök Tanrı

2-) Gök Kurt

3-) Mağara ve kutsal dağlar

4-) Demir, demirci ve Ergenekon

5-) Gökyüzünden yeryüzüne inen ışıklar

6-) Rüyalar

7-) Ağaçlar

8-) Irmaklar

9-) Ok ve yay

10-) Kırklar

11-) Canavarlarla mücadele

12-) Baba öldürme

13-) Ateş, Güneş ve Ay

Arzu eden herkes, efsanelerimizi tekrar okuyup, tekrar değerlendirebilir. Şimdi bir tanesini kısaca aktaralım örneğin;

Kapadokya Peribacaları’nın Efsanesi

“Efsaneye göre;

Zamanın birinde dünyada başları yüksek dağlara denk olan korkunç devler yaşarmış. İnsanlar bu devlerden çok korkar ve onları kızdırmamaya dikkat edermiş. Belli dönemlerde de bu dağların zirvesindeki sunaklarda toplanıp devler hiç kimseye zarar vermesin diye dualar ederlermiş. Yine de bazen bu devler insanlara kızarmış ve kızdıkları zaman da oturdukları dağların tepesinden insanların üzerine korkunç gürültülerle ateş dalgalarını gönderirlermiş…

Günlerden bir gün periler ülkesinin padişahının yolu bu insanların ülkesi olan Kapadokya’ya düşmüş. Peri padişahı insanlar için çok üzülmüş ve onlara yardım etmeye karar vermiş. Tüm perileri çağırmış hemen.
Perilere; Eğer biz zalim devlerin yaşadığı dağların ateşini söndürebilirsek devler de yerin altına kaçar ve insanları bir daha rahatsız etmezler. Binlerce peri ellerinde kar ve buz tanelerini fokurdayan ateşe atmaya başlamışlar. Hiç durmadan günlerce ateşi kara ve buza boğup söndürmeyi başarmışlar.

Sonunda devler korkup yerin derinliklerine kaçıp saklanmak zorunda kalmışlar. O günden sonra insanlar ve periler arasında çok sıkı bir dostluk oluşmuş. Bu dostluk uzun yıllar devam etmiş. İnsanlar kayalara oydukları mağaralarda yaşarken periler de sivri kayaların üzerlerindeki küçük odacıklarda yaşamışlar.”

Bu yazı dizisinin amacına uygun olarak, benim en çok üzerinde durmak istediğim sembol; mağaralar ve dağlardır,çünkü Türklerle ilgili yaratılış ve türeyiş destanlarında mağara ve dağ motifleri belirgin şekilde kullanılır…Yazı dizimizin devamında bunlarla ilgili detaylı bilgileri sizlerle paylaşacağız…



Deniz E. DOĞRU

http://www.sechaber.com.tr/agarta-efsanesi-ve-kayip-kita-mu-2-bolum/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder